ŞİİRLERDE YAŞAYAN ŞAİRDİR!..

3 Haziran 1963 usta Türk şairi Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümüdür. Yazımın
bundan sonraki bölümü onun anısına ithafen kaleme alınmıştır..
Şairler de ölür ama şiir asla ölmez. Ancak gerçekten şair olanlar dimdik ölür
hatta onlar şiirleriyle ölümsüzdür. Gerçekten şair olanlar erken de ölse geç de
ölse hep dimdik durmasını bilirler. Bir kavak ağacı gibi dimdik dururlar.
Şiirleriyle ölmeyen dimdik duran şairlere en tipik örnek Nâzım Hikmet’tir.
Dirilişlerin bağrında öle kalka, fani biçimde veda etmiştir Nazım Hikmet Ran..
O asi bir nehir gibi, benliğini bir mitralyöz gibi kullana kullana gitmiştir bu
dünyadan. O veda ettiğinden beri, şiirleri, o asi nehir, akıp duruyor Türkiye’de
ve yeryüzündeki her kara parçasında..
Karikatür, aslında keskin çizgi sanatıdır. Karikatürist, Nâzım Hikmet’in ödün
vermez kardeşidir bir anlamda. Dünyada değişim için, kötülüğü iyilikle
değiştirmek için, yoksulluğu emeğin hak edişiyle değiştirmek için, cehaleti
eğitimle geriletip değiştirmek için var hep var olmuştur. Çünkü keskin çizgi
sanatı diye tanımlanan karikatür aynı zamanda has çizginin de sanatıdır. Has
çizgideki bu doğurganlık, alnını yukarda tutmalar tam da Nazım Hikmet’i
anlatmaktadır; “Alnı yukarda, kırmızı boyun atkısı rüzgârda, yürüyor. /
Yürüyor adım adım/ Yürüyor ağır ağır, yürüyor... Rüzgâr deniz gibi köpürüyor,
esiyor deniz rüzgâr gibi. / Akıyor iki yandan ışıklar, düşen yıldızlar gibi..”
Bir bakıma Nazım Hikmet’in yozluğa, eşitsizliğe, baskıya prim vermeyen öz
kardeşi sayılır karikatür, onun içindir ki, Nazım Hikmet şiirleri gibi karikatürde
yakın tarih boyunca egemenlere, muktedirlere, despotlara, zalimlere hep
rahatsızlık vermiştir. Usta İngiliz yazar Fitzgerald; “Sandalyenizi uçurumun
kenarına yaklaştırın, size bir hikâye anlatacağım,” der bir eserinin
başlangıcında. Aynı biçimde bizim usta şairimiz Nazım Hikmet uçurumun
kenarında durarak ezilenlerin öyküsünü, özgürlüğün hikayesini, şiir olarak
defalarca yazmadı mı? O uçurumun kenarında yaşadığı zaman, uçurumun
kıyısına yaklaşabilenler pek yoktu. Ama karikatürler, o netameli günlerde, yani
Nazım Hikmet’in uçurum kenarında başını uçuruma çivilediği, uçurumlara tirat
çektiği o günlerde de vakur ve onurlu bir tutumun içerisindeydi. Uçurum dedik
ya hemen aklıma geliverdi; Cemal Süreya uçurum ve Nâzım Hikmet’i
“Uçurumda Açan” şiirinde çok anlamlı ve çok güzel bir araya getirmektedir;

“Divan, Nâzım Hikmet, İkinci Yeni/Kaç gündür adını düşünüyorum/Ne demiş
uçurumda açan çiçek?/Yurdumsun ey uçurum!.”

Yazımın başlangıcında dedim ya “Şair nerede yaşar? Elbette şiirinde yaşar. Şiir
nerede yaşar, elbette dillerde ve gönüllerde yaşar.” Nazım Hikmet adı şiirlerde
kalıplaşmış, deyimleşmiş hale gelmiştir, denilebilir. Elbette o ülke ve umut
büyütmeyi amaçlayan şiirleri için bedel ödemiştir, ödemektedir. Nazım’ın
hapishaneler ikinci adresi olmuştur. Ama o yılmamış, yıkılmamıştır. Kalbini hep
ışıl ışıl, ferah tutmuştur. O aslında belki mahpus damlarına düştüğü için
söylemiş görünse de gerçekte, bu ülkeyi boydan boya koca bir hapishaneye
çevirmiş olanların tel örgüleri arasında yaşayanlara “kararmasın yeter ki /sol
memenin altındaki cevahir...” demiş, diyebilmiştir. Nazım şiirleriyle doğal bir
refleks ortaya koyarak her türden bağnazlığa, zorbalığa, haksızlığa, dilsizliğe
sürüklenmiş milyonlara dil olarak şairin dediğine uyarak sol memesinin altındaki
cevahiri hiç karartmamıştır. Bunun için belki hepimizin en derin sessizliğimizde
saklı kuvvetimiz bulunmaktadır. Nâzım Hikmet, ustaların ustasıdır. O yüzden
şairane biçimde yine onun dizeleriyle; “Sen gittin gideli hala bahar uğramadı
bu ülkeye, mavi boyalı gökler uğramadı bu ülkeye… Ama bir gün ama bir gün
ama bir gün mutlaka...”