SEÇMEN TERCİHLERİNİ DEĞİŞTİREN ETKENLER
Kim ne derse desin, tersini söyleyenler olsa da yüksek enflasyonla birlikte paralel biçimde artan hayat pahalılığı, birbiri ardına zamlar, eriyen ücretler siyasetin ve toplumun gündemini belirliyor. Hele ki seçimlere şunun şurasında 27 gün kalmış iken..
2918’den bu yana aşama aşama bugünlere gelindi ve özelikle son bir yıldır emekçi, emekli, dar gelirli enflasyon karşısında ezildikçe ezildi. Sizlerde biliyorsunuz, köylü, çiftçi, üretici ‘tohum pahalı, gübre pahalı, mazot pahalı’ diyor, başka bir şey söylemiyor. Bu iktisadi yani ekonomik tablonun, seçmen davranışını nasıl etkileyeceği, sandığa nasıl yansıyacağı da elbette önemlidi. Mevcut iktidar, bu tabloyu düzeltecek araçlarla beceriye ve de politikalara sahip olmadığından, son 21 yıldır ülkemizi tek başına yönettiği için de bahanesi kalmadığından, sadık seçmen kitlesinin desteğini korumak adına, kendi ideolojik yönelimini öne çıkarıyor. Geçen yıl anımsayacaksınız, ülkenin o an ki gündeminde ve toplumun güncel sorunlarına deva olmaktan epeyce uzak olmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, daha öncesinde Ayasofya’nın ibadete açılması kararı ki, (Ayasofya 1991 yılından bu yana zaten kısmen de olsa ibadete açıktı) bunu bilenler zaten bilmekteydi. Bilhassa eğitim de ve toplum yaşamında baskıcı biçimde geliştirilen laikliği aşındırıcı kimi adımlar, hep bunun için yani gündemi değiştirme çabaları şeklinde tanımlanabilecek muhafazakar seçmene yönelik adımlar olarak fütursuzca atıldı. O zamanlar muhalefet ise ekonomik tablonun iktidarı yıpratmasına güveniyordu. Düşündüğü gibi de oldu aslında..
Ancak kanaatim odur ki, unutulmaması gereken şudur; Siyaseti toplumsallaştırmadan, ideolojik zeminde yürütmeden, sınıf temelli politikalar yapmadan, oluşturmadan ekonominin iktidarı yormasına bel bağlayarak umduğunuzu her zaman bulamazsınız. bir başka deyişle gayet açık söylüyorum; İKTİDAR OLMAK ASLA ÇANTADA KEKLİK DEĞİLDİR!..
İktidar oldunuz, diyelim, muktedir olamaz, hele ki kalıcı hiç olamazsınız. Çünkü iktidar olabilmek için çok daha fazlasını yapmanız gerekiyor, kanısındayım. Şöyle ki; Türkiye’nin diğer sorunları gibi, ekonomik sorunları da yapısal niteliktedir. O nedenle ekonomik sorunlar dönemsel önlemlerle, pansuman tedbirlerle, geçici formüllerle asla çözülemez. 24 Ocak 1980’de olduğu gibi yapılırsa yani 24 Ocak kararlarından bu yana tutulan yol, usulden ve esastan yanlıştır, demek istiyorum. Nitekim 12 Eylül Darbesi, 24 Ocak kararlarını uygulamak için yapılmıştır. Şimdi unutulsa da bu apaçık bir gerçektir. Dahası da vardır. Kapitalizm, doğası gereği kriz üretir, istikrarsızlık üretir, eşitsizlik üretir. Bu da yapısaldır. Çünkü bu sistem, kriz üretirse ayakta kalabilmektedir. Çıkardığı, kışkırttığı savaşlar da buna dahildir. O nedenle kapitalizmin yarattığı sorunlar, sadece para politikalarıyla, sadece maliye politikalarıyla çözülmez. Çok daha kapsamlı ve köktenci çözümler gerekir. Merkez Bankası başkanını değiştirerek, Hazine ve Maliye bakanını değiştirerek çözülemez ülkemizin sorunları. Üretimi, yatırımı, istihdamı, ihracatı, vergi adaletini, gelir dağılımı eşitliğini, kalkınmayı öncelemek gerekir. Oysa Türkiye bir tür kumarhane kapitalizmine teslim olmuştur. Yolsuzluk, kayırmacılık, rüşvet, torpil, ahbap çavuş ilişkileri, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işleyişle açıklanamaz. Bunun adı da zaten kapitalizm değildir. Oralarda da rüşvet vardır, oralarda da büyük sermaye ve siyaset iç içedir. ABD’yi ve Avrupa kıtasında İtalya’yı buna verebiliriz. Fakat o dediğim ülkelerde oyunun kuralları bellidir. Güçler arasında denge her daim gözetilir. Oralarda hukuk devleti güçlüdür. Kamuoyu baskısı epeyce etkilidir. Türkiye ise dış kaynak bağımlısı ve yüksek borçlu olması nedeniyle de dışarıdan gelen baskılara karşı zayıf bir bünyeye sahiptir, hem de her açıdan yani ‘siyasi, iktisadi, askeri, diplomatik, bürokratik, toplumsal, kültürel, akademik açılardan’ Bu dış baskıların etkisi, dış politikada da görülür, ekonomi politikalarında da görünür ve gözlenir. Büyükelçi atamalarında da sıkça görülür, Merkez Bankası başkanı tercihlerinde de ha keza zaten görülmüştür. Zaten merkez bankaları, küresel sermayenin taleplerine koşut yani paralel olarak, öncelikle fiyat istikrarına, para arzına, faiz oranlarına odaklandıklarından, gündemleri o yüzden sınırlıdır. Ekonomiye ilişkin diğer konularda tavır almaz, asla görüş bildirmezler, bildiremezler. O nedenle, yaygın olarak dolaşıma sokulan, liberal demokratların da sosyal demokratların da çok sevdiği ‘devletin küçültülmesi, piyasa ekonomisinin etkinliği ve verimliliği, kurulların özerkliği’ gibi söylemlere karşı çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü özelleştirmeler, sosyal devletin budanması, Meclis’in yetkisinin zayıflatılması, emeğin baskılanması hep bu politikaların sonuçlarıdır. Bu politikalar da solun değil, sağın elini güçlendirmiş, sandıkta sağın seçeneği daha sağdaki partiler olmuştur. Bugünü saymazsak, 26 gün sonra gerçekleştirilecek seçimlerden sonra olası iktidar değişikliğinde bu anlattıklarım çerçevesinde göreceğiz bakalım, ne değişecek, neler aynı kalacak, o zaman tekrar görüşürsek yine sizlere böyle anlatırım!.
Yorum yapın