SEÇİMLER GELDİ GEÇTİ AMA..

Dün Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turu gerçekleştirildi. Sonucun ne olduğunu henüz öğrenemeden, kimin kazandığını bilmeden bir şeyler yazmak anlatmak daha doğru olur, diye düşündüğüm için bilgisayarımın klavyesinin başına oturdum ve başladım yazmaya..

Bu arada belirtmekte yarar var. Bugün bu sütunlarda okuyacaklarınızın bir bölümü, birkaç kesiti, tarihçi Abdullah Kehale’nin antropoloji ve seçimler temalı bir makalesinden kısa alıntılar içermektedir. Bir ülkeyi yöneten veya yönetmeye talip olan siyasetçiler, siyasi partiler, yönetebilme yetkisini halkın karşılıklı rızasına dayandırmak zorundadır. Diğer bir deyişle yöneten ve yönetilen arasında bir anlayış birliği oluşmalıdır. Eğer siyasi yönetim halkı, doğru işler yaptığına inandırabilirse ancak o zaman ‘MEŞRUİYET’ kazanmış olur. Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir; Yönetim meşruiyeti din ve gelenek gibi kavramlardan mı almaktadır, yoksa güncel sorunlara getirebildiği akılcı, bilime dayanan çözümlerden mi almaktadır, alacaktır? O meşruiyeti geleneklerden alıyorsa, meşruiyet kaynağının kutsallığı konusunda bir anlayış birliğinden ancak o zaman söz edilebilir. Aksi halde yönetimsel açıdan meşruiyet tartışmalı hale gelir. Yasalara ve akla dayalı meşruiyet anlayışında asıl olan, halk için nelerin doğru yaptığıdır. Bu anlayışa uygun biçimde yönetilen toplumlar da ancak modern yani çağdaş toplumlardır. Bir toplumda okuryazar sayısı, okula giden kişi sayısı, okulda geçen süre, okunan gazete, kitap sayısı, eğitimin ne kadar usta-çırak ilişkisinden uzaklaşarak uzmanlaşan bir eğitim sistemine dönüşmesi sosyal modernleşmede önemli rol oynasa da toplumun kültürel yapısı da bir diğer çok önemli etkendir. Bu saydığım, sıraladığım unsurlar demokrasi kültürü açısından çok önemli yer tutmaktadır. Demokrasiler siyasal modernleşme sürecinde oldukça fazla yol kat etmiş, yerleşik, eğitim düzeyi yüksek, vatandaşlık görev ve haklarını içselleştirmiş bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda daha kolay doğar ve gelişir. Oysa içinde yaşadığımız toplumda yani bizim toplumumuzda ilkokul ve ortaokul dışında lise ve üstü eğitim yapanların sayısı, demokrasisi ile övünen ülkelerin çok gerisinde kalmıştır, maalesef..

Üniversite eğitiminin düzeyi de ne yazık ki, batılı çağdaş ülkelerin çok altındadır. Bu vahim durumu bizdeki üniversite mezunlarının üçte birinin işsiz olması, dolaşması örneğinden bariz biçimde görebiliriz. Demokratik toplumlarda eğitimli, iyi iş bulabilen, iyi kazanan ve vergisini ödeyen bireyler çoğunluktadır. Bu yüzden demokrasi pahalı bir rejimdir. Peki bunun tersinde ne olur? Nitelikli insan sayısında azalma olur, insanlar daha az kazanmaya, kazanılan varlıklar gittikçe daha eşitsiz dağıtılmaya başlar. Tıpkı bizde olduğu gibi..

İlkel toplumlarla ilgili yapılan antropolojik araştırmalarda bile bunun çok belirgin örneklerine rastlanmaktadır. Toplumsal ilişkileri anlamak konusunda önemli çalışmaları olan tanınmış bilim insanlarından tarihçi, Anropolog Malinowski, Papua Yeni Gine’ye bağlı ilkel bir kabile topluluğu olan Trobrian yerlileri üzerinde yaptığı çalışmada ‘Kula’ adı verilen bir toplumsal olgudan söz eder. Prof.Dr. Cemil Oktay’ın Malinowski’nin araştırmalarının yer aldığı eserlerinden aktardığına göre, Kula ağı, ‘mwali’ denilen deniz kabuklarından yapılan bir tür bilezik ve ‘sulava’ denilen yine deniz kabuklarından yapılan gerdanlıkların karşılıklı alınıp, verilmesinden oluşur. Kadınların katılamadıkları bu ağa, her birey, eşit derecede ve koşullarda katılamaz. Çünkü bu ilkel kabile topluluğunda İki tür değişim vardır; Bilezik verip gerdanlık alanlar ve gerdanlık verip bilezik alanlar..

Toplumlarda değişim yapmak, değişimde bulunmak saygınlık kazandıran bir işlemdir. Değişimde bulunan birey sayısı arttıkça saygınlık da o derece artar. Bazıları dört yüz kişi ile değişim ilişkisine girerken bazıları sadece dört kişiyle girer. Bu türden yoğun ilişki sarmalı içinde olanlar, toplumda daha fazla saygınlık kazanır. Daha çok sahip olmak daha çok verebilmeyi ve daha çok verebilmek de daha güçlü ve saygın olmak anlamına gelmektedir. Bilmem anlatabildim mi ve bilmem sizler anlayabildiniz mi? Eğer anlattıklarımdan bir şeyler anlayabildi iseniz, ne kadar ve nasıl anladığınızda önemlidir elbette!.

Bugünkü seçim ertesi yazımı, Melih Cevdet Anday’ın benim için çok anlamlı ve önemli ve tıpkı böyle günlere dair yazılmış olduğunu düşündüğüm bir şiirinden dizelerle bitiriyorum;

UYUYAMACAKSIN!

Memleketin hali, seni seslerle uyandıracak, o zaman oturup yazacaksın..

Çünkü sen artık eski sen değilsin, sen artık işsiz bir telgrafhane gibisin.. Durmadan sesler alacak, sesler vereceksin ve uyuyamayacaksın!.

Düzelmeden memleketin hali, düzelmeden bu fani dünyanın hali..

Gözüne uyku girmez ki, uyuyamayacaksın!

Bir sis çanı gibi gecenin içinde, ta gün ışıyıncaya kadar, vakur metin sade

Sadece çalacaksın, ama sonunda elbette kurtulacaksın!..