SEÇİMİN GÜNDEMİNİ NE BELİRLEYECEK?

Yazımın başlığında belirttiğim seçim, elbette genel seçim, yani Cumhurbaşkanı ile milletvekili genel seçimini kast ediyorum. Bir de yeri gelmiş iken belirtmek isterim; seçimin erken bir seçim mi, yoksa planlandığı biçimde 2023 Haziran’ın da mı olacağı konusunda görüşümü, öngörümü belirmek isterim. Efendim, kanaatim odur ki, seçim bırakın erkeni, baskın seçim şeklinde olacaktır, diye düşünüyorum. Şöyle ki, erken niteliğinde baskın seçim olup olmayacağı çok değil Temmuz ayı başında belli olacaktır. Eğer bu öngörüm gerçekleşir ise Temmuz ayı başında TBMM’de alınacak bir karar ile en geç Ağustos sonu veya Eylül ayının ilk pazarı gerçekleşebilir. Burada aynı öngörümün ikinci şıkkı ise şudur muhtemelen Ağustos ayında veya Eylül’de olağanüstü toplantıya çağrılacak olan TBMM’de alınacak karar ile Ekim sonu veya Kasım’ın ilk pazarı seçim gerçekleşebilir. Bu konuda daha ayrıntılı olarak bir başka yazımı önümüzdeki günler içinde sizlere sunacağım. Şimdi gelelim esas konumuza..  Bugünkü yazımın başlığında sorduğum soruya..

Evet, seçimin gündemini ne veya neler belirleyecek? Sorumuz budur. Yanıtını yazımın bundan sonraki bölümünde anlatmaya çalışacağım. Öncelikle bu sorunun yanıtını kendine göre mevcut AKP iktidarı da aramaktadır. Ama iktidarın yanıtını aradığı bir numaralı sorusunun yanıtını ararken ekonominin nasıl düzeleceği sorusu ikinci sıradadır. Çünkü mevcut iktidarın büyük ortağı AKP ile küçük ortağı daha doğrusu payandası MHP şu konuda anlaşmış gibi gözükmektedir.  O da şudur; “Erken ya da geç, seçim takvimi başladığında halk, ne olacak bu ekonominin hali, sorusu dışında başka bir soruna boğulmuş olmalıdır, yoksa halimiz haraptır. O yüzden ne yapıp etmeli, halkı dolayısıyla seçmeni başka şeylerle meşgul etmeli, seçim gündemini o yüzden biz belirlemeliyiz!.”

Geçen Mayıs’ta CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun birkaç saatliğine bile olsa tutuklanıp cezaevine konulması ile yüz yüze bırakılması şeklinde başlayan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik “hapis, görevden alma” gibi suçlamalarla hakkında iddianame hazırlanan dava dosyasının görüşülmesinin 21 Eylül’e ertelenmesi konuları, gündemi doğal olarak değiştirmeye yönelik bana göre nafile çabalar olarak kendini göstermektedir..

Bütün bunların üstüne AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, adına başındaki unvanlarla hiç de örtüşmeyen bir üslupla her fırsatta muhalefete seslenmesi daha doğrusu saldırması eklenince yakın geleceğin  ‘BASKIN SEÇİM’ başlıklı olası gündemini öngörmek hiçte zor değildir. Ekonomi dışında her şey ile halkı meşgul tutmak ve bir taraftan da muhalefetin dinamik unsurlarını, sempatik ve başarılı figürlerini yargıyı kullanarak baskı altına almak erken biçimde baskın seçimin değil de başka neyin işaretidir acaba!..

1990’lı yıllardan beri Ankara’da ikamet eden, aslen Balıkesirli olan eski bir dostum, bir dönem meslektaşım olan, adı bende saklı olan, işi gereği siyaset kulislerini iyi takip eden o çok sevdiğim arkadaşım, son birkaç aydır Ankara’da iktidar cephesinin konuştuğu tek konunun, daha doğrusu seçim gündemini kendilerinin belirleyeceği tek stratejinin, taban zemini olarak ‘BEKA SORUNU’ yani ‘Güvenlik’ üzerine kurgulanmakta olduğunu bana telefonda uzun uzadıya anlattı..

AKP ile MHP’nin akilleri oturup düşünmüşler, taşınmışlar; “Seçime giderken milletin geçim derdi dışında başka bir konuyu düşünmesinin başlıca zeminin, beka sorunu olduğunu belirleyivermişler.” Önceki seçimlerde yani 2018’de de özellikle MHP tarafından gündeme getirilen ve AKP’nin de açılım politikalarını bir kenara bırakıp sahiplendiği beka sorunu konusu bir kez daha denenecek. Elbette bunun göstergeleri var. Biri Suriye’ye operasyon yapılmasıdır. Geçmişte de terörle mücadele için Irak’a, Suriye’ye sınır ötesi operasyonlar yapıldı. Bunda en önemli kriter yani ölçüt gizliliktir. Öyle ki ‘askerler siyasilere gizli haberi verince sızıyor’ diye son anda bildirme yolunu seçiyorlardı. Şimdi nerdeyse davul zurna ile duyuruluyor. En yetkili ağızlardan yakında Suriye’ye operasyon yapılacağı demecleri geliyor. Bunun devamı malum. Öyle tahmin ediyorum ki, hatta eminin şimdi diyecekler ki; “Biz memleketin beka sorunu ile uğraşıyoruz. Terörle mücadele ediyoruz, güvenliği sağlamaya gayret ediyoruz. Muhalefetin derdi ise halkın ekonomik sıkıntılarını suistimal etmektir. Bu sayede kendilerine prim sağlamaya çalışıyorlar..”

Terörle mücadele halkın, toplumun tüm katmalarının yani herkesin ortak kaygısıdır. Ancak bunun iç politikada kullanımı istismara girmektedir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye’nin vereceği yanıtın da iç politikaya yönelik olduğu ve iyice pazarlık koktuğunu görmekteyiz. Şimdi sormak isterim; Bu iki ülkenin teröre destek verdiğini NATO’ya girmek isteyince mi anladınız? İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin terörle mücadelesinde eğer kabul edilemez adımları, uygulamaları varsa, bunun zamanında mesele yapılması her iki ülkeye rest çekilmesi gerekmez miydi? Belli ki bu konu bir süre gerilimli tutulacak, onlardan bazı sözler alınca bazı tavizler verilecek ve sonra da “İsveç ve Finlandiya’yı dize getirdik, diz çöktürdük” denilecek, bana öyle geliyor. Keza Avrupa Birliği ile son günlerde artan gerilimin nedeni de yine “dış güçlere karşı” memleketin çıkarlarını savunma arayışının parçası olarak gösterilecek. Yani neresinden bakarsanız bakın bu türden meselelerin iç politikaya yönelik argümanlar olarak kullanılması ve bu sayede olası bir baskın seçim arifesi seçmen üzerinde algı yaratıp, bunu oya tahvil etmek, Dahası muhalefeti kendi içine hapsetmeyi amaçlayıp dış kaynaklı beka sorunu yaratarak bu türden dış kaynaklı konuları iç politika malzemesi haline getirmek..

Tüm bunlar ekonomik sorunları, geçim sıkıntısını unutturmaya yeter mi?

Bence yetmez ama halkın şöyle bir kaygıya evrilme, dönüşme tehlikesi de vardır; Ya daha kötüsü olursa, daha beteri başımıza gelirse?..

İşte bu noktada seçmen bugün için öngörülmesi zor bir ikileme sürüklenebilir. O nedenle muhalefetin durum saptaması ile yetinmemesi gerektiğini sıklıkla vurguluyorum, vurgulamaya ve uyarmaya devam edeceğim. Bu yönde söylemler hem halka güven vermek hem de güçlü bir iktidar değişikliğinin gerekli olduğunu anlatmak yönünde olmalıdır, diye düşünüyorum. Örneğin “Bunlar kaybedince kaçacaklar!” yerine şu türden bir slogan, söylem biçimi daha etkili olmaz mı, acaba; “Asla kaçamayacaklar, mutlaka hesap verecekler!..”