SEÇİMİN GÜNDEMİNİ NE BELİRLEYECEK?

Yazımın başlığında belirttiğim seçim, elbette Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimidir ve bu seçimlere 44 gün kalmıştır. Şimdi gelelim esas konumuza yani  bugünkü yazımın başlığında sorduğum soruya..

Evet, seçimin gündemini ne veya neler belirleyecek? Sorumuz budur. Yanıtını yazımın bundan sonraki bölümünde anlatmaya çalışacağım. Öncelikle bu sorunun yanıtını kendine göre mevcut AKP iktidarı da aramaktadır. Ama iktidarın yanıtını aradığı bir numaralı sorusunun yanıtını ararken ekonominin nasıl düzeleceği sorusu ikinci sıradadır. Bir de 6 Şubat pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli yaşanan büyük deprem felaketinin yol açtığı yıkım, can kayıpları istenmeden ve beklenmeden de olsa bir an da önümüzdeki seçimlerin ana gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Çünkü mevcut iktidarın büyük ortağı AKP ile küçük ortağı daha doğrusu payandası MHP bir konuda çoktan anlaşmış gibi gözükmektedir.  O da şudur; “Seçim takvimi işlemeye başladığında halk, ne olacak bu ekonominin hali, sorusu dışında başka bir soruna boğulmuş olmalıdır, yoksa halimiz haraptır. O yüzden ne yapıp etmeli, halkı dolayısıyla seçmeni başka şeylerle meşgul etmeli, seçim gündemini o yüzden biz belirlemeliyiz, demektedirler ama şu ana kadar görülen odur ki evdeki hesap çarşıya uymamış gibidir!.”

Geçen yıl Mayıs’ta CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun birkaç saatliğine bile olsa tutuklanıp cezaevine konulması ile yüz yüze bırakılması şeklinde başlayan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik “hapis, görevden alma” gibi suçlamalarla hakkında iddianame hazırlanan dava dosyasının görüşülmesinin daha sonra birkaç ay sonrasına ertelenmesi gibi gelişmeler, gündemi doğal olarak değiştirmeye yönelik bana göre nafile çabalar olarak kendini göstermiştir ama tüm bunlar gelmiş ve geçmiştir, bu türden tezgahları kuranlara dahi hiçbir fayda sağlamamıştır. O süreçte anımsayacaksınız, tüm bunların üstüne AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, adına başındaki unvanlarla hiç de örtüşmeyen bir üslupla her fırsatta muhalefete seslenmesi daha doğrusu saldırması, yaşanan her türlü kötü gidişattan ve olumsuzluklardan dolayı muhalefeti suçlaması da eklenince de iktidar bileşenlerinin seçimin ana gündem maddesini daha doğrusu stratejisini “EN İYİ SAVUNMA HÜCUM ETMEKTİR” gibisinden bir taktik düzeni üzerine kurduğu açıkça gözlenmektedir. Ekonomi dışında her şey ile halkı meşgul tutmak ve bir taraftan da muhalefetin dinamik unsurlarını, sempatik ve başarılı figürlerini yargıyı kullanarak baskı altına almak güya seçimi kazanma stratejisinin ürünü ve işaret fişeği  değil de başka neyin nedir acaba!..

İçinde bulunduğumuz 2023 yılının ilk günlerinde yani ocak ayında 1990’lı yıllardan beri Ankara’da ikamet eden, aslen Balıkesirli olan eski bir dostum, bir dönem meslektaşım olan, adı bende saklı olan, işi gereği siyaset kulislerini iyi takip eden o çok sevdiğim arkadaşım, yılbaşından önce hatta son birkaç aydır Ankara’da iktidar cephesinin o zamanlar konuştuğu tek konunun, daha doğrusu seçim gündemini kendilerinin belirleyeceği tek stratejinin, taban zemini olarak ‘BEKA SORUNU’ yani ‘Güvenlik’ üzerine kurgulanmakta olduğunu bana telefonda uzun uzadıya anlatmıştı..

O dostumun o zamanlar bana anlattığına göre; AKP ile MHP’nin akilleri yaklaşık bir yıl önce oturup düşünmüşler, taşınmışlar; “Seçime giderken milletin geçim derdi dışında başka bir konuyu düşünmesinin başlıca zeminin, beka sorunu olduğunu belirleyivermişlerdi.” Önceki seçimlerde yani 2018’de de özellikle MHP tarafından gündeme getirilen ve AKP’nin de açılım politikalarını bir kenara bırakıp sahiplendiği beka sorunu konusu bir kez daha denenecekti ama ekonomik sorunların üstüne bir deprem felaketi eklenince bu türden birden ve de epeyce şaştı gibi..

Bu konuya ilişkin bir başka durum daha vardır. O da şudur; Terörle mücadele halkın, toplumun tüm katmalarının yani herkesin ortak kaygısıdır. Ancak bunun iç politikada ısrarla kullanımı istismara girmektedir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye’nin vereceği yanıtın da iç politikaya yönelik olduğu ve iyice pazarlık koktuğunu görülmüştür. Üstelik Finlandiya’ya bu konuda olumlu ışık yakılması ama konunun bir türlü somutlaşmaması da bir başka soru işaretidir. Şimdi burada sormak gerekiyor; Bu iki ülkenin teröre destek verdiğini NATO’ya girmek isteyince mi anladınız? İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin terörle mücadelesinde eğer kabul edilemez adımları, uygulamaları varsa, bunun zamanında mesele yapılması her iki ülkeye rest çekilmesi gerekmez miydi? Belli ki bu konu bir süre gerilimli tutulacak, onlardan bazı sözler alınca bazı tavizler verilecek ve sonra da “İsveç ve Finlandiya’yı dize getirdik, diz çöktürdük” denilecekti ama bu tür hesaplarda bir türlü tutmadı. Keza Avrupa Birliği ile son günlerde artan gerilimin nedeni de yine “dış güçlere karşı” memleketin çıkarlarını savunma arayışının parçası olarak gösterilecek. Yani neresinden bakarsanız bakın bu türden meselelerin iç politikaya yönelik argümanlar olarak kullanılması ve bu sayede seçim arifesi seçmen üzerinde algı yaratıp, bunu oya tahvil etmek, dahası muhalefeti kendi içine hapsetmeyi amaçlayıp dış kaynaklı beka sorunu yaratarak bu türden dış kaynaklı konuları iç politika malzemesi haline getirme türünden hesaplarında daha şimdiden tutmayacağı görülmüştür.

Tüm bunlar ekonomik sorunları, geçim sıkıntısını büyük deprem felaketinin getirdiği kayıpları ve yıkımı unutturmaya yeter mi, yetmez elbette!..

Yetmez yetmesine ama halkın şöyle bir kaygıya evrilme, dönüşme tehlikesi de vardır; Ya daha kötüsü olursa, daha beteri başımıza gelirse?..

İşte bu noktada seçmen psikolojik açıdan bugün için de öngörülebilir ölçüde zor bir ikileme sürüklenebilir. O nedenle muhalefetin salt durum saptaması yaparak ‘biz gelince her şeyi düzelteceğiz’ gibisinden vaatlerle yetinmemesi gerektiğini sıklıkla ve ısrarla vurgulamaya ve uyarmaya devam edeceğimi belirtmek isterim. Bu yönde söylemler somut söylemlerle hem halka güven vermek hem de güçlü bir iktidar değişikliğinin gerekli ve kaçınılmaz olduğunu anlatmak yönünde olmalıdır. Örneğin “Bunlar kaybedince kaçacaklar!” yerine şu türden bir slogan, söylem biçimi daha etkili olmaz mı, acaba; “Asla kaçamayacaklar, mutlaka yargı önünde bu millete hesap verecekler!..”