SEÇİM DOLAYISIYLA MİLLİYETÇİLİK YARIŞI!.
Bugün yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere 14 Mayıs seçimlerine 10 gün kala seçimler dolayısıyla partilerin ve siyasetçilerin girdiğini düşündüğüm milliyetçilik yarışına dair birkaç kelam yazmak ve anlatmak istiyorum..
Dedim ya seçimlere 10 gün kala hem kimlik siyaseti hem de milliyetçilik yarışına girdi siyasi partilerin hemen her biri..
İktidar bloku, Cumhur İttifakı muhafazakâr-milliyetçi tonu baskın partilerden oluşsa da Kürtçü- İslamcı yakın geçmişin Hizbullah terör örgütü izlerini ve kalıntılarını taşıyan HÜDA PAR’ı bünyesine katarak bu yöndeki inandırıcılığını bence yitirmiş durumdadır. Muhalefette ise CHP’nin altı okundan biri milliyetçilik olsa da söylemlerinde milliyetçiliğin adını anan neredeyse yok gibi.. Hatta kanaatim odur ki bu milliyetçilik okunun atılmasını isteyenler CHP’de azımsanmayacak bir grup oluşturduğunu düşünüyorum. İYİ Parti ise milliyetçilik konusunda, partinin içinden çıktığı iddia edilen Ülkücü-MHP kökenli gelenek ile konumlanmaya çalıştığı merkez sağ arasında gidip gelip bence yalpalamakla meşgul durumdadır. İttifakın öteki unsurlarının ise bu konuya bakışları gayet açık bilinmektedir. Milliyetçiliğe ilişkin tartışmaların düzeyi, siyasetçilerin büyük bölümünün bu konuda ne denli cahil olduklarını aynı zamanda kanıtlamaktadır. Bu durum gerçekten çok acıdır ve de vahimdir. Bu noktada birkaç noktanın hemen altını çizelim çizmek isterim aslında..
Birincisi, tarihsel deneyimi, devlet kurma tecrübesi, çokuluslu imparatorluk birikimi olan ve bu süreçte kendi dillerini, kültürlerini korumayı başaran milletler, milliyetçilik konusunda da hep öne çıkarlar. Hele ki bilhassa ekonomik anlamda geliştiklerinde, bu iş daha da geniş biçimde boyutlanır, pekişir. Tarihte, çokuluslu imparatorluklar yıkıldıktan sonra egemen dilin, egemen ulus olarak öne çıktığı, liderlik ettiği de çoğu kez görülür. Bunların büyük bölümü, kendi ulus devletlerini kurmuşlardır. Bunların örnekleri çoktur. Ama her ulus ille de kendi ulus devletini kuracak diye bir tarihsel yasa ya da kural yoktur. Böyle bir genelleme yapılamaz, diye düşünüyorum. Kimi uluslar vardır ki kültürel özerklikle yetinirler ya da yetinmek zorunda olurlar. Bu konuya dair İkincil olarak ulus kavramı tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel, duygusal anlam da somut bir gerçekliktir. Bunun coğrafi, iktisadi boyutları da vardır. Milliyetçilik, zamana, zemine, koşullara göre değişen bir kavramdır. Değişken karakterlidir. Tarihsel koşullar, yaşanılan coğrafya, ekonomik gelişmişlik, nüfus hareketleri milliyetçilik anlayışını etkiler, hatta tetikler. Her toplumun, her milletin milliyetçiliği elbette aynı değildir. Tarihsel gelişim, oluşum süreçleri farklıdır. Büyük ve güçlü olan yapı içinde, gönüllü olarak asimile olan etnik kümeler olduğu gibi, buna direnenler de vardır. Örneğin, bizim ulusal kimliğimizde, Osmanlı Devleti’nin son dönemi, Çanakkale Muharebeleri, Kurtuluş Savaşı ulusçuluk/ milliyetçilik olgusunda büyük sıçrama yaşanan bir dönüm noktasıdır. Avrupa’da ise bu süreçler epeyce farklıdır. Örneğin pek çok ülkede, iç savaş yaşandıktan sonra hem ulus kimliği güçlenmiştir hem devlet yapısı buna paralel yani koşut olarak güçlenmiştir. Tarihte, önce devletin kurulup, ardından ulusun oluştuğu devletler de önce ulusun oluşup, sonra devletin kurulduğu devletler de vardır. Buna tipik örneklerden bir kaçı Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, Pakistan gibi ülke ve devletlerdir. Üçüncüsü, Batı’nın ırkçı, yayılmacı, sömürücü, faşist, emperyalist karakterli milliyetçiliğiyle, Asya’nın, Afrika’nın, mazlum milletler coğrafyasının antiemperyalist, ulusal kurtuluştan yana, yurt savunmasına dayalı, laik milliyetçiliği aynı değildir. Aslına bakarsanız birbirinin karşıtıdır da. O yüzden bu ikisini asla birbiriyle karıştırmamak gerekir. Dördüncüsü, Türk milliyetçiliğinin kuramsal, tarihsel, siyasal, kültürel, entelektüel temelini atan isimlerden Ziya Gökalp’in dışında kalanların hemen hepsi Anadolu coğrafyasının dışında doğmuşlardı. Onlar dönemlerinin Rusya’sını da Avrupa’sını da çok iyi biliyorlardı: Onlar, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Sadri Maksudi Arsal, Zeki Velidi Togan gibi isimlerdi. Hemen hepsinin etnik kökeni Türk’tü, fakat hiçbiri Anadolu Türkü, Osmanlı Türkü değildiler. Hemen hepsi ulusçu- milliyetçi idi, ideolojilerinde öncüydüler. O yüzden ülkemizin siyasal, düşünsel ve bilimsel yaşamına katkıları büyük olmuştur. En önemlisi de, Atatürk’ün millet-ulus tanımı, ırk, din, etnik köken temelli değildir. Dil, kültür, tarih, yurt, bilinç, ortak tasa, ortak kıvanç, ortak ülkü, ortak hedef temellidir. O yüzdendir ki, ATATÜRK; “Ne mutlu Türküm diyene” demiş ve 1924 Ayasası’na “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” ifadesini yazdırmıştır. O sözleri bunun en büyük kanıtıdır. Tüm bunların ışığında 10 gün sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri nedeniyle ‘sözde milliyetçilik yarışına giren’ aday siyasetçileri ve siyasi partilerin bu konudaki beyhude çabalarını, söylemlerini ‘fasa fiso’ olarak değerlendiriyorum, kimse kusura bakmasın!..
Yorum yapın