Soruyu başka türlü de sorabiliriz: Hukuk ve yargı, hak arayanların savunma kalkanı olarak mı
kalmalıdır yoksa iktidarın yani gücün saldırı mızrağına mı dönüşmelidir? Türkiye’nin yönetim
tarzı, yasama yürütme yargı arasındaki dengeye dayanan “kuvvetler ayrılığı” mı olmalıdır,
yoksa bütün kuvvetlerin liderliği tartışılamaz tek kişide toplandığı “kuvvetler birliği” mi
olmalıdır?
Bugünkü yazımı Avukat Hüseyin Özbek’in geçen hafta bir gazetede yayımlanan bir yazısından
siler için alıntıladım. Benim gibi beğenerek okuyacağınız düşüncesiyle sizlerle paylaşıyorum;
Bugünkü yazımın ilk paragraftaki sorulara verilecek yanıtların ardından diğer sorulara
geçebiliriz: Gücün ve yetkinin tek kişide toplandığı, yüksek yargı organlarının büyük ölçüde
lider tarafından belirlendiği bir rejimde yargı bağımsızlığından söz edilebilir mi?.
Yargıda bürokrasiyi belirleyen ama yargının etki alanının dışında ve üstünde bir otorite
tarafından yönetilen bir ülkede gerçek demokrasiden söz edilebilir mi?.
Böyle bir rejimde yurttaşların hukuk güvenliğinden bahsedilebilir mi?.
Yüksek yargının ve yargı bürokrasinin neredeyse tümüyle yürütme tarafından belirlendiği bir
rejimde savunma mesleği daha bir önem kazanmaktadır. Böyle bir ortamda avukatların
meslek örgütü olan barolar birer hukuk sığınağı, birer güven kurumu olarak öne çıkma
sorumluluğu altındadırlar. Barolar ve onların çatı örgütü olan Türkiye Barolar Birliği her
zaman ve her koşulda hukuk devletini, çağdaş demokrasiyi, yargı bağımsızlığını savunan bir
geleneğin temsilcisi olagelmişlerdir. Barolar ve TBB, her zaman, hak ve hukuk ihlallerine karşı
kurumsal tepki göstermişler, hukuk meşruiyetine dayanmayan gücün karşısında olmuşlardır.
Barolar ve TBB’nin, hukuk tribününü terk ederek siyasi otoritenin tribününde kendisine yer
araması eşyanın tabiatına aykırıdır. Varoluş nedenini ve misyonunu inkâr anlamına gelir. Son
dönemlerde kamuoyunda, TBB Başkanı’nın, TBB’nin kuruluşundan bu yana özenle
sürdürdüğü hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı duyarlılığını terk ettiği algısı
oluşmaktadır. Baroların ve TBB’nin dili “hukuk dili” olmalı ve öyle de kalmalıdır. Meslek
örgütünü temsil noktasında bulunanların “iktidar dili” kullanması kendilerini bağlamakla
kalmaz halkın hukuk kurumlarına olan güvenini de büyük ölçüde zedeler. Hele ki mesleki
bağımsızlık noktasından iktidarın hukuk şubesi konumuna savrulmak asla kabul edilemez.
TBB Başkanı siyasi otoritenin her yaptığını alkışlayıp onaylayan tutumunu sürdürmek istiyorsa
oturduğu makamı hukuku savunacak bir meslektaşına bırakma sorumluluğu altındadır. TBB
Başkanlığı, siyasi otoritenin hararetli bir alkışçısı olarak hukuk/savunma dili yerine
yürütmenin dilinde ısrar edilerek sürdürülecek bir makam değildir. O koltukta ancak her
koşulda hukuku savunanlar oturabilir. Başka türlüsü gereksiz ve nedensiz işgalden öte bir
anlam taşımaz!.
SAVUNULMASI GEREKEN HUKUK YOKSA İKTİDAR MI OLMALIDIR?..

Yorumlar
Yorum Yazmak İçin Tıkla
Yorum yapın