Evet, 'Türkiye'de sağ ve sol denilince ne nasıl anlaşılıyor, ya da gerçekten bir şey anlaşılıyor mu?' Bugünde dünden devamla bunun üzerine bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Umarım ilgiyle ve beğeniyle okursunuz, hepinizin düşünce dünyasında ufuk genişliği ve derinliğine katkı sağlar. Şimdi öncelikle ‘Türkiye'de sağ ve sol deyince' dünyada anlaşıldığı şekliyle ekonomik bir bakış açısı geliştirilmesi sadece Atatürk döneminde yani kısa bir dönem (1923 ile 1938 arası) gerçekleşir gibi olmuştur.
Nasıl mı? Hemen anlatayım; Atatürk, yoksul bir devlet olan savaştan çıkmış Türkiye’nin zorunlu olarak sol bir ekonomik modelle yönetilmesi gerektiğini bildiğinden ülkenin gelişimini böyle sağlama yoluna gitti ve 1933 yılına geldiğinde yeterli kalkınma seviyesine ulaşıldığını düşünerek sağ ekonomiye geçiş yapabilmek için Türkiye’nin ilk sağ partisini kurdu. Ancak Türkiye’de sermaye birikimi sağlayacak bir kesim oluşmadığı için sağ yani liberal ekonomiye geçiş bir türlü tam anlamıyla sağlanamadı. Yeni kurulan sağ yani liberal anlayışta partinin içerisine de liberaller değil de İngiliz ajanları ve onların örgütlediği toplumun üyeleri girdiler. Sonuç olarak kurulan ‘Serbest Cumhuriyet Fırkası’ adıyla kurulan o parti, ülkede gericilik ve bölücülük faaliyetlerine girdiği iddiasıyla bizzat başkanı Fethi Okyar tarafından kapatıldı. O sağ (liberal) partinin kurucusu Fethi Okyar, bizzat Atatürk’ün emriyle büyük umutlar ve idealler içinde kurduğu partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kimi rivayetlere göre gözyaşları içinde kapatmak zorunda kalmıştır. Türkiye'de öteden beri halkın gözünde sağ partiler muhafazakarlardan yani dindarlardan daha doğrusu dindar geçinenlerden oluşur. Onlar sözün ona dini korur ve kollar(!)
Bu noktada sağ partilerin kullandığı değerlere bir bakalım ve siyasetle ne kadar yakıdan ilgili olduklarını gözlemlemeye çalışalım; O sözünün ettiğim sağ, kimi ise liberal anlayışta o partilerdeki muhafazakarların hemen hepsinin söylemi ve ana sloganı hep "Bizler dindarız" olmuştur. İslam’ın aslında dünyevi toplumsal hayatta siyasetle doğrudan hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen bu türden söylemler oy kazanmak uğruna yıllar boyu hep kullanılmıştır. Türkiye’de siyaset alanında ‘sağ ve sol’ 1980'lere dek salt siyasal ve de ekonomik kavram iken bilhassa 1990'lardan itibaren aynı zamanda dinsel bir kavram haline getirilmeye başlanmıştır. Özellikle 2000'li yılların başında Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi veya diğer bir deyişle AK Parti, yahut AKP’nin tek başına iktidara geldikten sonra şu söylem ve aynı zamanda eylem ön plana çıkmıştır; 'Bizler yoksulun yanındayız. Onlara her türlü şekilde erzak, kömür ve para yardımında bulunuruz. Kimsesizlerin kimiyiz!'
Bu türden söylem ve eylemler aslında sağ siyasetin söylem ve eylemi değildir. Aslına bakarsanız, sağ siyasetin halkı zenginleştirme planında doğrudan halka yardım değil sermaye sahiplerini güçlendirip istihdam yaratmak vardır.
1990'lı yıllardan itibaren dönemin Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partili belediyelerde başlayan 2000'li yıllardan itibaren AKP'nin tek başına iktidara gelmesiyle yaygınlaşan bu türden ‘sosyal yardım’ adı altındaki aslında bir anlamda ‘sadaka kültürü ürünü’ denilebilecek türden politikalar sağ ile sol siyaset anlayışının birbirine girmesiyle ilişkili gayet ilginç kabul edilebilecek bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Sağ siyasette özelleştirmeler ekonomik kalkınmayı sağlamak için savunulur ve yapılır. Bunun da aslında ne sağcılıkla ne de solculukla doğrudan hiçbir ilişkisi yoktur. Dünyada sağ ve sol siyasal anlayışın hiçbir yerinde özelleştirme kavramına yer verilmez.
Dünya üzerinde ve özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerini kapsayan batı dünyasında özelleştirmelerle kalkınmayı başaran hiçbir ülke de bulunmamaktadır. Aslında bu durum son derece ilginç ve incelemeye değer bir küçük (!..) ayrıntıdır.
Türkiye'de sağ siyasetin ikinci büyük söylem ve eylemi milliyetçiliğe dairdir. Bu türden söylem ve eylemlerinde 'bizler dindarız' demekle aynı etkiye sahip olduğu düşünülmüştür. Aslında milliyetçi veya dindar olmak için illa da sağcı veya solcu olmaya gerek yoktur. ‘Vatanını seven herkes milliyetçi muhafazakar değerlere sahip olan inançlı herkes dindar olabilecek’ iken bu kavramlar hep sağ siyaset ile ilişkilendirilmiştir hatta bütüncül hale getirilmiştir.
Bu da bizim ülkemiz insanının ne hale geldiğini veya getirildiğini anlamamız için sanırım yeterlidir…
Bu aşamada İlginç olan şudur ki tüm dünyada sağ partileri savunan ve sağ partilere oy veren kesimin ekonomik olarak iyi seviyede bulunan ticaret ve sanayi sektöründe patron veya yönetici kesiminden oluştuğu gerçeğidir.
Ancak bilhassa bizim ülkemizde sağ partilere oy veren kesimler çoğunlukla yoksul ve eğitimsiz olan toplumun geniş alt tabakalarından oluşmaktadır. Bu konuda da dünyanın tam tersine(!) doğru gittiğimiz gerçeğini görmek zorundayız. Tüm bu anlattıklarım ışığında şimdi de Türkiye’de sol denilince ne anlaşılmaktadır. Biraz da buna bakalım dilerseniz. 'Türkiye’de öteden beri sol denilince ateistlik yani dinsizlik, din düşmanlığı gibi kavramlar ne yazık ki akla gelmektedir. Oysa daha önce de ifade ettiğim gibi siyasette sağın ve solun aslında din ile dindarlıkla hiçbir ilgisi ve ilişkisi yoktur. Ancak öteden beri halkın gözünde ve zihninde algılama hep bu biçimiyle bu yönde olmuştur…'
Yorum yapın