Geçenlerde İnternet’te sosyal medyada gezinirken İngiliz yergi ustası Jonathan Swift’e ait bir özdeyişe rastladım; “Yalan uçar, gider. Gerçek ise peşinden aksayıp topallayarak gelir!..”

Genelde yerelde TV ekranlarında ‘ha bire’ yani durmadan konuşanlar için ‘konuşan kafalar’ benzetmesini, daha doğrusu tanımını yaparım. Bu televizyonculuk işini ben de 11 yıl boyunca yerelde yaptığımdan dolayı olsa gerek, bu konuda konuşmayı, kimilerine göre ‘ahkam kesmeyi’ çoğu zaman kendime bir hak görürüm. Yaklaşık 36 yıllık meslek geçmişimin tamı tamına 11 yılı aşkın süreci televizyonculukla geçti. Yaklaşık altı yılımın ise radyo yayıncısı olarak geçtiğini bilhassa hatırlatmak isterim. Şimdilerin moda deyimi ile medya sektöründe televizyon ve radyo yayıncılığını yerel bazda (1992 ile 1998 arası radyo, 1999 ile 2011 arası Televizyon) olmak üzere toplam 17 yıl boyunca ‘alnımın akıyla’ yüz ağartan biçimde ‘lekesiz’ yaptım, noktaladım. O nedenle bir kez daha vurgulayarak belirtmek isterim ki, bu sektöre dair konuşmak, gerekiyorsa eleştiri getirmek benim de hakkım hatta öncelikli görevim, diye düşünüyorum. Bu durum sadece bize özgü yani sadece Türkiye’de yaşanan bir durum değil elbette. Batılıların ‘Post truth’ dedikleri yani ‘Gerçek ötesi dönem’ denilen, bana göre ise bir anlamda ‘Dijital Yalancılık Çağı’ diye adlandırılabilecek bir dönem yaşanmaktadır. Tarihte çok eskilere hatta antik döneme kadar giderseniz bunu görebilirsiniz. Örneğin; ‘yalan’ ile ‘gerçek’ arasındaki çekişme tıpkı ‘Sokrates’ davasında olduğu gibi ‘Antik Yunan’dan beri sürmektedir. Aslında bir arada olmaması gereken ‘Politika’ ile ‘Yalan’ tarih boyunca devamlı birlikte var olmuştur, diyebiliriz. Ancak: Günümüzde kitle iletişiminin tamamen ‘Digital’ hale gelmesi ve bu sayede sosyal medyanın hızla yaygınlaşması, dolayısıyla küreselleşmesi bu kast ettiğim ‘YALANCILIK ÇAĞINI’ da başlatmış olmuştur, kaçınılmaz biçimde. Biraz önce değindiğim ‘Post truth’ yani ‘gerçek ötesi dönem kavramı’ özellikle 2010 yılında bu yana, yani on dört yıldan beri artık tüm dünya için küresel bir kavram haline gelmiştir. İşte bu bugünkü yazımın başlığında belirttiğim gibi ‘Popülizm Yalanlarla Birleşince’ karşımıza bu anlatmaya çalıştığım tablonun ‘gerçek yüzü’ ortaya çıkıveriyor. Biraz öncede yazımın giriş bölümünde de belirttiğim gibi benim 36 yıllık meslek yaşamım boyunca temel ilkem, olmazsa olmaz’ dediğim ilk, birincil koşulum; ‘samimiyet ve 36 yıllık tertemiz meslek deneyim ve birikimime titizlikle saygı gösterilmesidir!..’

Tüm bu anlatmaya çalıştıklarımın çerçevesinde bugüne ve de Balıkesir ölçeğinde ‘manzarayı umumiye’ yani ‘genel görünüm nasıl?’ Diye bakarsak ki bence öyle bakmak gerekiyor; Bugün itibarıyla Balıkesir genel anlamıyla nasıl görünmektedir, Balıkesir nasıl görülmektedir, bizler Balıkesir’i nasıl görmeliyiz, görebiliriz? Sorularına yanıt aramalıyız. Ben o yanıtları kendi adıma öteden beri arıyorum. Bu sütunlarda da sizlerle paylaşıyorum…

Bana göre; benim gördüğüm ortada bir ‘illüzyon’ söz konusudur, yani ’yanılsama, gözbağı’ diyebileceğimiz bir durumdur bu ilk ve öncelikle olarak görünen!..

Sizlere belki de birbirinden kopuk, bölük pörçük gibi gelse de bu kadar, detaya, ayrıntıya girerek biraz da ‘felsefi biçimde’ meramımı anlatmaya çalışmamım asıl sebebi ise şudur;

‘Nepotizm’ ve ‘Kronizm’ nedir bilir misiniz? Elbette bilenleriniz bilir ama ben yine de yeri gelmiş iken açıklamak isterim. Nepotizm; makam ve mevkiini ailesinin, yakınlarının yararına suiistimal eden kişiler için kullanılmaktadır yani bir tür akraba, yakın çevre, hemşeri kayırmacılığının diğer adıdır; nepotizm…

Kronizm; nepotizmin ardışığı, devamıdır bir bakıma yani bazı kişilerin yetenekleri ve üstünlükleri yüzünden değil, sadece kilit noktalardaki kişilere yakınlıkları sayesinde olumlu yönde farklı muamele görmeleri, yani kayrılmalarıdır. Bunların üzerine bir de ‘popülizm’ ekler isek ki Balıkesir ölçeğinde bu son gelişmelere, söylenenlere, duyduklarımıza, gördüklerimize bakıldığında eklemek, eklemlemek gerekiyor sanırım…

Popülizm; bildiğiniz gibi ‘halk dalkavukluğu’ tabirinin diğer adı, daha doğrusu tanımıdır. Tüm bunların üzerine bir de üstüne üstlük; günümüzde bilhassa kimi politikacıların ‘üç vazgeçilmez huyu’ haline gelen; ‘rasyonel’ oluyormuş gibi yaparak ‘oportünist’ yaklaşımlar ile her koşulda ‘manipülasyon’ içinde davranmak, hele ki ‘aymazlığın daniskası’ biçiminde bir ‘haleti ruhiye’ halinde olmak, bütün bunlar yetmezmiş gibi ‘KİBİR’ hastalığının ‘kronikleşmiş boyutunda’ hele bir de ‘medyatik’ haliyle adeta bir ‘sosyal medya fenomeni gibi’ sözüm ona farkında olsun olmasın ‘karavana hamleler’ yapan biri haline gelmek, bir politikacıya hele ki o politikacıya yakıştırılacak bir durum değildir bir de o politikacı ‘Balıkesirli ise’ hiç ama hiç yakışan bir durum asla değildir!..

“Kimi, kimleri kast ediyorsun, açık söyle!” dediğinizi duyar gibi oldum…

Elbette haklısınız. O zaman hemen şunu belirteyim; 31 Mart’tan sonra gelenleri, yeni gelenlerin kocamanlarını kast ediyorum sizin anlayacağınız…

Bu ‘YENİ GELEN KOCAMANLARIN’ yanında, yanı başında onların ‘ulufe dağıtır gibi’ görev verdikleri, atadıkları ‘müdür, danışman’ kimi isimlerin yol, yordam, usul, erkan, protokol kuralları, ‘taşıdığı vatandaşlık sıfatı’ itibarıyla bir kişiye nasıl saygı göstermesi gerektiği bildiklerini hiç sanmıyorum, hatta bundan adım kadar eminim!..

Yazımın ilk cümlesinde değindiğim gibi; Bir İngiliz yergi ustası olan Jonathan Swift şöyle demişti yıllar önce; “Yalan uçar, gider. Gerçek ise peşinden aksayıp topallayarak gelir!..”

O yüzden bir kez daha vurgulayarak belirtmekte yarar vardır; yergi ustası Swift’in kast ettiği yalanın peşinden aksayarak, topallayarak gelen gerçek; bir gün insanı rezil, kepaze bile edebilir. Aman ha!..