Başka batılı ülkelerde olsa, en azından Avrupa ülkelerinde, ülkeyi çökerten iktidarların dibe vurması ve iktidardan düşmesi, daha seçim bile olmadan istifası söz konusu olur ama Türkiye’de durum başta elbette…

Ülkemizde 21 yılı aşkın süredir iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tıpkı geçen yıl olduğu gibi ‘öyle ya da böyle’ bu kez 31 Mart Yerel Seçimlerinde de yine ‘seçim kazanma umudu’ her şeye yani tüm olumsuz gidişata rağmen sürmektedir. Yapılan anketlerin bazılarında AKP’nin en yakın rakibi CHP’den birkaç puan oy farkla da olsa birinci parti olarak görüldüğü bazı anket ve kamuoyu araştırmalarında ise tam tersi bir durumun yani İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere özellikle Büyükşehirler bazında CHP’nin önde olduğunun gözlemlediği işaret edilmektedir. Burada bence siyasal iktisat bilimcilerinin çok geniş deneyimleriyle çelişen bir durum da vardır aslında…

Bunca işsizliğe, yoksulluğa, pahalılığa rağmen iktidarın oylarında azalmasına rağmen bir ‘taban yapmış kemikleşmiş’ durumu söz konusudur. Kuşkusuz bu oy oranı yani iddia edildiği gibi yüzde 25-30 bandında çakılı kalmış gibi görünen AK Parti’nin anketlerdeki görünen oyu ortağının yani MHP’nin desteğine rağmen bu seçimi gerçekten seçim kazandıracak mıdır, acaba?

Bence bu durum pek mümkün görünmemektedir. Elbette bu benim belirttiğim söz konusu duruma bir başka bakış açısıyla bakmaktır. Asıl önemlisi burada sorulacak net soru şudur; On gün sonra bile kazanma umutlarını sıfırlayacak bir oy oranına AK Parti’nin bir türlü neden inmediği, indirilemediği gerçeğidir. Bu durumun kanaatim odur ki; tarihsel kültürel, sosyal ve benzeri sebeplerden kaynaklanan birçok nedeni vardır. Ama bunlar arasında çok belirleyici ve de saptayıcı gördüğüm üç temel nokta üzerinde durmak gerekir diye düşünüyorum. Birincisi AK Parti’nin İdeolojik açıdan süregelen tutumu ve derin damar yani kemikleşen oy potansiyelidir. Yani bir anlamda AK Parti’nin düşünce kökleri, bir başka deyişle ideolojik kökleri Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Ne kadar laiklik hatta cumhuriyet düşmanı, kadın düşmanı, şeriat idaresi isteyen, dinci, imancı, hacı, hocacı üzerine kurulan siyasetin anlayışının kuyruğuna takılmış olan, Atatürk hatta Cumhuriyet düşmanlığı üzerine gelen bir ideolojik, siyasal görüşe sahip olanlar, sanki hepsi AKP’nin etrafından toplanmış hatta kenetlenmiş durumda görünmektedir. AKP’ de hepsini kucaklayan kalın çizgisinden özellikle son 12-13 yıldır asla ödün vermeyen biçimde konumlanmış durumdadır. Belki anımsayacaksınız, Necmettin Erbakan’ın aktif siyaset yaptığı dönemlerde bu türden siyaset güden çizginin oy oranı en fazla yüzde sekiz, sekiz buçuk gibi hesaplanıyordu. Ancak ANAP, Doğru Yol gibi 90’lı yılların ‘merkez sağ’ olarak nitelendirilen partilerin ülkeyi sık sık çöküşe götürmeleri sonucu, birden MERKEZ SAĞ’ siyaset çizgisinin umudu haline geliveren Erbakan yine anımsayacaksınız 90’lı yıllarda oyunu REFAH Partisi ile yüzde 21.38’e kadar yükseltmeyi başardı. Ardından da koalisyon ortağı olarak olsa iktidara geldi ve Başbakan oldu. İzleyen yıllarda yaşanan 28 Şubat süreci sonucu Refah Partisi’nin kapatılması üzerine, REFAH Partisi camiası içinden önce partinin İstanbul İl Başkanı sonrada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda yıldızı parlayan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve arkadaşlarının başlattığı hareket, yeni bir program ve vizyon ile partileşerek yeni kurdukları Adalet ve Kalkınma Partisi ile kapatılan Refah Partisi’nin daha doğrusu Milli Görüş seçmenini devralmış oldu. Milli Görüş’ün diğer mirasçısı Saadet Partisi ise siyaset yasaklısı Erbakan tarafından kurdurulmuş olsa bile AKP’nin yanında güdük kalmış oldu. Bugün de halen Saadet Partisi siyaset sahnesinde aynı konumdadır. Çünkü yakın zamana kadar beslendiği siyaset çizgisinin seçmen potansiyeli yani tabanı süreç içinde kendisini besleyen ve de genişleten AK Parti’ye kaymış durumdaydı. Ancak özellikle geçen yıldan itibaren bu siyaset çizgisi anlayışına yeni bir parti daha eklemlendi. Merhum Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın kurduğu Yeniden Refah Partisi de var artık o siyaset kulvarında. Hem de Saadet Partisi’nden daha etkili olarak.  AKP kurulduğu günlerde REFAH Partisi’nin yüzde 21’ler seviyesindeki oy potansiyelini büyük ölçüde devralarak iktidar savaşını başlattı. Üstüne üstlük, merkez ve liberal sağdan, hatta sosyal demokratlardan devşirdiği politikacılarla, 2002 seçimlerinde yüzde 34’ü aşan oyla tek başına iktidar olmayı başardı. AKP’nin iktidardaki yıllarının başlangıcı, aslında olağandışı biçimde gelişme gösterdi. Ülke ekonomisinin durumu kısa sürede AKP’ye ‘yürü ya kulum’ dedi, Avrupa’dan büyük destek, ülkeye akan trilyon dolarlık kaynaklar, doğrudan yapılan yatırımlarla, ardı ardına altı kez genel seçim kazandı. Neden mi? Çünkü seçim kazanmada esas olanı söyledi hep AK Parti; “ekonomi her şeydir”. Ta ki 2015 Haziran’ına kadar. Bu noktada bir durum ve oy özeti yapmak gerekirse ki gerekiyor: AKP geçmişin bir ideolojik çizgisini devraldı ama Erbakan’ın Milli Görüşçü katı siyasal ideolojik oyunu gayet esnek davranarak ve bir ölçüde ‘takiye’ yaparak yüzde 8’lerden devralarak, 21 yıllık iktidarı boyunca yüzde 47’lere 49’lara taşımayı başarmıştır. Aslına bakarsanız kimi siyaset bilimcilerin görüşlerine göre; AKP’nin kemik denilebilecek oyu Yüzde 15’ler ile 18’ler seviyesi arasındadır. Bu yüzde 15’lik ya da 18’lik oy, AKP’nin derin damar veya kemik oyu denilebilecek oy oranıdır. Geri kalanı yani AKP’yi yüzde 30’lara kadar halen taşıyan oylar ise yaklaşık 21 yıllık iktidar döneminde yaratılan ve halen mevcut iktidardan beslenen yeni sermaye sınıfı ve bunlara bağlı olarak gösterilebilecek alt sosyal katmanlardan oluşan bir kitle yani seçmen grubudur. Bu sosyal katmanlara bir de ‘Recep Tayyip Erdoğan’ın fanları’ diyebileceğimiz kitleyi de eklemlediğimizde o sözü edilen yüzde 30’lar daha doğrusu yüzde 25 ile 30’lar seviyesinde her şeye rağmen çakılı kalan AP Parti’nin güncellenmiş oyu şeklinde öngörülebilmektedir. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi, Recep Tayyip Erdoğan demektir. Yani AKP lideriyle var olan bir siyasal harekettir. Yakın geçmiş benzer biçimde bu durum Özal’ın ANAP’ı, Demirel’in Doğruyol Partisi’nde gözlenmiştir. İşte bu nedenledir ki, Bu nedenle ‘AKP’nin oyu ne yaparsanız en kötü durumda dahi yüzde 25-30’ların altına asla inmez!’ denilebilmektedir. çünkü anlatmaya çalıştığım gibi bir tabana oturmuş hatta çakılmıştır. ‘Ne zamana kadar?’ Diye sorarsanız ki, sorduğunuzu duyar gibiyim: Öyleyse hemen yanıtlayayım; AKP’nin önümüzdeki 31 Mart Yerel seçimlerinde bu kez kaybetmesine kadar bu öngördüğüm durum sürecektir, en azından konuşulmaya devam edecektir, kanısındayım. Ancak AK Parti 31 Mart’ta kaybetse bile o kast ettiğim yüzde 25-30 seviyesindeki oy oranını dolayısıyla tabanını koruyabilir. Bu durumu da asla unutmamak gerekir. Bu durumda muhalefetin ivedilikle yapması gereken bence şudur; AKP’nin her türlü olumsuz koşullarda dahi yüzde 25’ler hatta 30’lar düzeyinde görünen oy oranının altına düşmeyen daha da üzerinde bir oy oranına sahip olmak amacıyla meşru siyasal mücadelesini vermektir. Bu durumun başka izahı da yoktur, demokratik düzen içerisinde başka türlü meşru ve de legal bir çözüm yolu da yoktur…