Bu okuduğunuz başlık da yeni bir yazımın başlığı değil. Dün başlamıştım, bugün devam ediyorum. Bugün de 13 Temmuz’da yine DOBRA DOBRA sütunlarında ama o zaman ki DEMOKRAT gazetesinde yayımlanan yazımın başlığıdır bu başlık. O gün yani 13 Temmuz 2016’daki yazımda bu konuya ilişkin neler yazmış, anlatmıştım? Eğer merak ediyorsanız bir zahmet okumaya devam edin lütfen…

 

“Dünkü “Kimdir bu paralelciler, neredeler?” Başlıklı yazımın devamını bugün sizlere aktaracağım ama şu hususu bilhassa belirtmek istiyorum; Balıkesir’de paralelcilerle mücadelenin çok sağlıklı ve de kararlı biçimde yürütüldüğüne pek inanmıyorum. “Neden?” Diye sorarsanız, dünkü ve bugünkü yazımı dikkatle okumanızı öneriyorum. Şimdi dünden kaldığımız yerden devam edelim…

12 Eylül 2010’da gerçekleştirilen Anayasa değişikliği paketini içeren Halkoylaması, bugün ‘paralelci’ denilen PDY, FETÖ olarak adlandırılan ‘cemaat’ sayesinde kabul edilmiş, AKP’nin başarı hanesine yazdırılabilmiştir. 12 Eylül 2010 referandumunun bir yıl sonrasında, anımsayacaksınız, 2011 genel seçimleri gerçekleştirildi. Bu seçimler öncesinde gerek AKP tarafı gerekse cemaat tarafı iş birliğini daha fazla arttırarak, yani koalisyonu daha da pekiştirerek daha çok işleri(!) başarabileceklerinin bilincine vardıklarından her iki tarafta birbirlerine ‘ne istedilerse verdiler!’

Cemaat, AKP’nin milletvekili aday listelerinin seçilebilecek sıralarından birçok ismi milletvekili seçtirmeyi başarırken, AKP’de cemaatin en iyi örgütlendiği, palazlandığı kısacası güçlü olduğu yerlerde kendi parti teşkilatlarından daha fazla cemaat unsurlarıyla koordinasyon içinde seçim çalışmalarını gerçekleştirdi ve bunun da semeresini seçim sonuçlarında gördü. ‘AK Parti 2011 genel seçimlerinde yüzde 49,95 yani yüzde 50 civarı oyu bugün paralelci dedikleri cemaat sayesinde almıştır.’ Bu seçim sonuçları kamuoyunun genelinde, iş dünyasında, medya da kısacası her kesimde şöyle bir algı yaratmıştı; “’güçlü olan AKP değil, cemaat! AKP İktidarı gücünü cemaatten alıyor. Öyleyse bizde cemaate girelim, en azından cemaate yakın duralım, yakın gözükelim!’

2011 seçimleri sonrasında ülke genelinde ve de elbette Balıkesir yerelinde şöyle bir hava esiyor, estiriliyordu; AKP’li olmanın cemaatçi olmakla eş anlama geldiği, daha doğrusu getirildiği bir ortamda kılıçlar iyiden iyiye çekilmiş, toplumsal kutuplaşma had safhaya ulaşmıştı. Çözüm sürecine karşı çıkmanın dahi (şimdikinin tam tersine) vatan hainliğiyle eşdeğer sayıldığı bir ortamda artık cemaatten aklı sıra devşirilmiş bazı akıl daneler ortalıkta cirit atıyor, her konuda ahkam kesiyor, iktidar lehine veya iktidar adına egemen güçmüş gibi icraat eylemekten geri durmuyorlardı. Bunu gören bazı AKP’lilerin kimi sağduyulu davranıp, dik durmaya ve tepki göstermeye çalıştıklarında ise anında refüze ediliyor, saf dışı bırakıyor, bir şekilde ekmeğiyle oynanıp, ocağı söndürülecek hale bile getiriliyorlardı. 2012 ve 2013 yılları bu ortam ve koşullar altında yukarıda dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım iklimde geçti. Bu süreç içerisinde tüm yurtta olduğu gibi Balıkesir’de de oda ve borsa seçimleri gerçekleştirildi. Elbette oda ve borsa seçimlerinde cemaatin dolayısıyla cemaatçilerin AKP’lilerle yoğun işbirliği içerisinde ötekileştirdikleri cemaatçi ve AKP’li olmayanlar zaten iddiasız girdikleri seçimleri kaybettiler ve çoğu cemaatçi olmasa da cemaate ve AKP yakın olan isimler oda ve borsalar seçimlerinde zafer bayrağını burçlara dikmeyi başardılar(!) Onlara göre her şey çok iyi giderken, 2013’ün sonlarında 17/25 Aralık yolsuzluk skandalı patladı. Bakan ve milletvekillerinin onların yakınlarının, çocuklarının da karıştığı iddia edilen bu skandalın patlamasına cemaat sebep olmuştu. Bu rezalet atlatılmaya daha doğrusu üzeri örtülmeye, soğutulmaya çalışılırken 2014 yerel seçimleri kapıdaydı ve bir yıl öncesinden bu yerel seçimlere dair yapılan ince hesaplar(!) yeniden yapılmaya başlanmıştı. Bu noktada AKP cenahı şöyle bir hesap yaptı. Cemaatçi olanlar, cemaate yakın olan veya yakın duran ve bu sayede AKP içinde bir şeyler elde etmiş, bir yerlere gelmiş, lütuf görmüş bazı isimler yerel seçimlerde AKP’den aday gösterilecekti ama onlarda cemaati ret edecek, cemaat ile bütün ilişkilerini kesecek, cemaate destek vermeye son verecek, cemaate sağladıkları tüm maddi olanakları AKP’nin kesesine akışını sağlayacaklardı, aksi halde yani bunu kabul etmeyenler bertaraf edilecekler, yok edileceklerdi…

Neden böyle bir yol izlendi? Diye sorarsanız. Cevabı basit; AKP tek başına iktidara geldiği 2002’den sonraki süreçte kendi kadrolarını, tabanını oluştururken, alttan gelecek olanları planlarken bağımsız hareket etmedi, edemedi. Çünkü AKP’nin kurulduğu 2001 yılında da tek başına iktidara geldiğinde 2002’de de siyasal ve toplumsal bir tabanı yoktu. Sermaye kesiminde bürokrasi de yargı da Emniyet’te ve de ordu yüksek kademesinde sempatizanları, yandaşları yani adamları yoktu. Ama cemaatin vardı. AKP işte bu nedenle tüm siyasal örgütlenmesini, taban oluşturulmayı, askeri ve sivil bürokraside sermaye kesiminde etkili olmayı yargıyı ele geçirmeyi cemaat sayesinde gerçekleştirdi. O nedenle 2014 yerel seçimleri öncesi böyle bir yol izlenmesi belki en doğrusuydu.

Bu kadar değil, merak etmeyin, yarın da devamın devamı var…”

Evet, bitmedi bu mevzu, yarın da 14 Temmuz 2016’da kanlı darbe girişiminin o hain kalkışmanın yaşandığını günün bir gün öncesinde neler yazdım neler anlattım, yine bu sütunlarda tekrardan sizlere sunacağım. Kalın sağlıcakla…