PAHALILIK VAR AMA HER YER NEDEN DOLU?
Konu belki de çok basit bir konu ama ben yine de baştan alayım. Belki
anımsayacaksınız yakın bir zamanda, bir gazeteci- yazar müsveddesinin
İstanbul’da konforlu, lüks ve pahalı bir kebapçıya gittiğinde önceden
rezervasyon yaptırmadığı için yer bulamamasıyla başladı. O zat-ı muhterem
“yahu eğer gerçekten kriz varsa bu kebapçı nasıl ve neden böyle hınca hınç
dolu o zaman” demesi, yazmasıyla bir anda (çok lazımmış gibi!) gündeme
oturdu. Gayet yüzeysel biçimde, sığ yani düz mantık ürünü kafayla türetilmiş
krizle pahalı lokanta doluluğu arasında birebir ilişki kurma tembelliği, sıradanlığı
ve yanlışlığı veya kasıtlı bir ön yargı ile konuşulmaya tartışılmaya başlandı. Bu
arada konunun arka planında ileri sürülen gayet sisli duran bir imayı, ‘acaba
ülkede ekonomik kriz olduğu konusunda bizler yanılıyor muyduk?’ algısını
iktidar yardakçıları bir anda adeta havada kapı verdiler...
İktidarın başından bakanlarına milletvekillerine kadar topyekün adamları(!) bu
türden bir algının üzerine öyle bir atladılar ki, milleti aptal kendilerini üstün ve
yüksek zekalı sanarak, krizi resmen muhalefetin uydurduğu noktasına kadar bir
anda taşıyıverdiler. AKP’liler ve onların tüm yandaş bileşenleri çaresizlikten ne
yaptığını ne söyleyeceğini bilemiyor halde iken, bir anda belki de farkında
olmadan bu gerçek dışı argüman sayesinde kendilerini oldukça gülünç duruma
düşürmenin zirvesine erişiverdiler. Bu noktada artık daha fazla dayanamayarak
konuya ilişkin bir şeyler yazma isteği içindeyken yani o sırada konuya çok basit
bir hesap yapan saygıdeğer dostumun geçenlerde e-posta yoluyla benimle
paylaştığı mektubuyla konuya son noktayı koymak istedim. O saygıdeğer
okurum bayramın hemen ertesi bana gönderdiği ileti de konuya ilişkin
görüşlerini şöyle ifade etmiş; “Sevgili dostum, kardeşim Zikri bey, ‘lokantalar,
kebapçılar, kafeler, gazinolar, neden hınca hınç dolu’ sorunuza sosyolojik
açıdan getirilen yaklaşımları hemen herkes kendi çağında ifade etmeye
kendince bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Konu aslında zor ve aynı zamanda
karmaşık bir yapı içeren bir konudur. Ben işin sayısal tarafından bakıldığında
aslında nelerin nasıl göründüğünü 19 yıldır kesintisiz, daha öncesini de
sayarsak toplamda yaklaşık 30 yıldır yaşadığım İstanbul’dan örneklerle
anlatmak istiyorum. İstanbul’da sözü edilen lokantalar, kebapçılar, cafeler ve
benzeri işyerlerinin toplam sayısı kaçtır? Bu sayıyı ortalama 3 bin diye esas
alsak ve buralara her gece en azından 100 kişinin gittiğini kabaca hesaplarsak,
bu kişilerin de haftada en az bir kez dışarda yemek yediğini varsaydığımızda
ulaşacağımız sayı: 2 milyon 100 bin veya iki bilyon 200 bin olmaktadır. Bu
rakam İstanbul’un toplam nüfusunun yüzde ancak 4. 9’una tekabül eder. Yani
İstanbul nüfusunun yüzde 5’i bile değildir. İstanbul gibi büyük bir kentte farklı
gelir kesimlerinin yaşıyor olması gayet doğaldır ve de mümkündür. Öte
yandan bu yaptığım hesapla İstanbul’da nüfusun yüzde 95’i yine bu işin
dışında kalmaktadır. Benim yaptığım hesapta ufak tefek yanılma payları
olabilir Zikri bey, ama siz benim yaptığım hesapta vurgulamaya çalıştığım
bariz bir gerçeği asla unutmayınız; Kriz ister olsun ister olmasın, o lokantalar,
kebapçılar zaten hep doludur ve de hep dolu olacaktır. Ayrıca, kriz zenginleri
mi vurmuştur, elbette hayır. Zenginler paradan para kazandıkları gibi daha
zengin olmuşlardır. Diyelim ki kazanamadılar ve onların da milyonlarca
lirasından azalmalar oldu. Bu lüks lokantalara gitmelerine engel midir?
Elbette hayır! 18 milyon nüfuslu mega bir kent İstanbul’da yaşıyoruz. Üstelik
müthiş bir gelir eşitsizliği var bu koca kentte. Her dönemde olduğu gibi bu
döneminde büyük enflasyon zenginleri vardır, yenileri de türemiştir. Tüm
bunların ötesinde ülkemizde diyelim ki, en büyük 1000 şirketin sahipleri,
aileleri, yüksek ücret alan üst düzey yöneticileri vardır ve bunların yüzde 85-
90’lık kesimi aileleri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır. Bunların her birini
en az 10’ar kişi saysak yüksek harcama lüksüne sahip toplam 10-15 bin kişi
eder. Yani demek istediğim tekil/grup/zümre/sınıf olarak say say
bitiremeyeceğimiz lüks lokanta müdavimleri İstanbul’da epeyce mevcuttur. “
Bu noktada değerli ekonomist Mahfi Eğilmez’in soruna daha reel ekonomik ve
genel bir bakış açısıyla bakılmasını sağlayan şu görüşlerine de burada yeri
gelmiş iken yer vermek isterim; “Çeşitli etkiler altında piyasada ortaya çıkan
arz, talep ve harcama canlılığı, ekonominin canlı kalmasına ve nüfusun gelir
açısından iyi durumdaki kesiminin bu durumu kriz olarak görmemesine yol
açıyor. İşin daha ilginç olanı nüfusun gelir açısından kötü durumdaki
kesiminde bulunan insanların bir bölümü, kendi durumlarına bakmak yerine
iyi durumdaki kesimin yaşamına bakarak ortada bir kriz olmadığı kanısına
varmaktadır.”
O saygıdeğer dostumun okurumun bana mektup uzunluğunda gönderdiği iletiyi
iyice okuyup anladıktan sonra şu soruyu belki de tersinden sormamız
gerekebilir: “Bu durum karşısında lüks lokantalar dolu olmasın da ne olsun.
Dahası, bu sayı 1500-2000 değil 2500-3000 olsa bu durumda ve bu hesapla yine
dolu olur. Olmaz mı? Oralara gitmeyenler varsa, büyük olasılıkla bir gören olur
diye utanıp sıkılmasındandır, kanısındayım. Demek oluyor ki, yüzeysel sığ kalan
cahilce bir gözlemin peşine asla takılmamak gerekiyor. Dönüp arka tarafta neler
oluyor, diye merak etmeliyiz. Bilmem yanılıyor muyum?..
Yorum yapın