Akıl tutulmasının aymazlık hali, daha önceki yazılarımda da birçok kez belirttiğim gibi şöyle tanımlanabilir; Algı eksikliği, olayları ve nedenlerini anlayamama, başkalarının gözlüğü ile dünyayı ve gelişmeleri irdeleme, kendine özgü bir bakış, duyuş, duruş geliştirememe, kendin olamama durumudur…

Ulu Önder Atatürk gençliğe hitabesinde bu duruma kısaca ‘Gaflet’ olarak tanımlamıştır. Ben bu durumu bugünkü yazımın başlığında 'gaflet' ama genel olarak ‘aymazlık’ şeklinde ifade ediyorum. Çünkü her iki ifadede aynı kapıya çıkmaktadır. Bugünlerde ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlatmaya ‘Cuk’ oturduğunda olsa gerek 'aklı tutulan gaflete düşer' diye boşuna dememişlerdir. Yıllardır, Türkiye’nin ne denli zor bir süreçten geçtiği üzerine kaleme aldığım yazılarım, 2011 yılı Mayıs öncesinde yerel TV ekranlarında yaptığım yorumlarım kimileri için arşivlerde hala tazeliğini korumaktadır, diye düşünüyorum.  Bazen ülke siyasetine yön verenlerin çoğunlukla kişisel anlamdaki iktidar hırslarından olsa gerek, gerçekten günümüzü okumaları, anlamaları yaşadığımız onca badireye rağmen pek bir olası görünmüyor, diye düşünmekten de kendimi bir türlü alamıyorum. İşte böylesi durumları 'akıl tutulmasının aymazlık veya gaflet hali' diye tanımlamak mümkündür. Yakın geçmişte bilhassa 90’lı yıllar ve 2000’li yılların başında bilhassa ilk on yılında yani 2010’a kadar geçen süreç bireysel hırsların bir araya getiremediği merkez sağ siyaset unsurları, mutlaka sizlerde anımsayacaksınız, çok büyük hayal kırıklıkları yaratmıştı. Sonuçta 2002'de sandıkta yok olup gittiler. Şimdilerde sizlerde biliyorsunuz bugün ülkede merkez sağın yerinde yeller esmektedir. Yine anımsayacaksınız, 2007 yılında gayet sancılı bir birleşme süreciyle zorluklarla ve de bence 'yapay' biçimde oluşturulan Demokrat Parti’nin o zaman ki Genel Başkanı Mehmet Ağar kendisiyle benim bizzat gerçekleştirdiğim bir söyleşi programında ona yönelttiğim bir soruya verdiği yanıt kimilerine o zaman için çok hoş gelse de bazılarının kafalarında benim gibi soru işaretleri yaratmıştı. Dilerseniz Mehmet Ağar’ın o zaman ne söylediğini birlikte anımsayalım; "Yönetmenin ve yönetilmenin daima yazılı olmayan kuralları da vardır!.."

O zamanlar bu söylemdeki ifadeden kim ne anlamış ve algılayabilmişti ki?

Acaba, kimileri veya birileri kitlesel yoğunlukla Mehmet Ağar’ın bu sözlerini "Tamam bu kez bu işi bitirecek parti, bu partidir" diyerek oylarını demokrasi anlayışı ve yöntemlerinden kuşku duyulabilecek bu anlayışa mı vermişti, vermek istemişti?..

Hiç zannetmiyorum!..

Üstelik onların o zamanlar dile getirdikleri en belirgin söylemleri şuydu; Eski Demokrat Parti ve Menderes geleneğine AKP ve DP'nin birlikte sahip çıktıkları veya çaba gösterdikleri üzerine değil miydi? Dahası bu çabalar değil miydi ki, Türkiye'yi Atatürk'ten sonra, 1940’ların sonunda İsmet İnönü ile başlayan ve Adnan Menderes ile zirve yapan ABD ve onun egemen politikalarına, emperyalist beklentilerine koşulsuz teslim eden!..

Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olarak son süreçte büyük ölçüde yitirdiğimiz güven bir tarafa, daha düne kadar iktidar partisi kadroları içine yuvalanmış birilerinin ‘Cumhuriyet ilkeleri ve değerleri’ ile sürekli kavgalı olmalarını öncelikle ben ve benim gibiler henüz unutmuş değiliz!..

‘Demokrasi aslında toplumsal bir uzlaşma kültürüdür.’ Bunu bir türlü anlamayan, anlamak istemeyen bağnaz zihniyetler, her zaman ülkenin başına olmadık işler açmıştır. Bu durum 2016'daki 15 Temmuz hain kalkışmasında gayet apaçık biçimde görülmüştür. O yüzden bu memlekette demokrasi, ne koşulda olursa olsun vazgeçilmez olarak kalmak, varlığını sürdürmek zorundadır. Yani sözde değil özde demokrasi, demokratik toplum, daima şiarımız olmalıdır!..

Bu perspektiften bakıldığında en gerçekçi yani reel biçimde 'toplumsal akıl tutulmasının aymazlık hali' şöyle tanımlanabilir; 'Akıl tutulması, yakın zamana kadar zincirli ve tasmalı kalemler(!) aracılığı ile türlü biçimlerde sağlanırken, ekran karşısında birileri bakar körler misali diğerlerine verilen komutlar sayesinde kafa sallarken, stüdyolarda talimatla alkış tutarken oynanan oyunlarla ülkenin geleceğini oylarıyla belirleyecek seçmenin olguları sağlıklı bir şekilde değerlendirememesi sonucu ortaya çıkmamış mıdır? Bence haydi haydi çıkmıştır. Matematikte en karmaşık problemleri sadeleştirerek çözmek mümkündür. Ancak toplumsal tavırları matematiksel olarak açıklasak bile her zaman iki kere iki maalesef dört etmemektedir!..’

Sanırım, bilhassa 2007‘den sonraki süreç ve de özellikle ‘Yargı’nın ve TSK’nın CİA destekli FETÖ sarmalına apaçık teslim edildiği’ 2010 yılında gerçekleştirilen 12 Eylül halkoylamasından bu günlere gelinen süreçte bireylerin veya siyasilerin anlayamadığı veya bir türlü anlamak istemedikleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin, yani toplumsal aydınlanmaya yönelik devrimlerin bilhassa son 75 yıllık süreçte bir türlü içselleştirilememesidir. Bu noktada maalesef kabul etmek durumundayız ki, özellikle 1950’den sonra mevcut düzene karşıt olarak onca tarikat, cemaat, FETÖ benzeri örgüt ve onların uzantıları çok rahat biçimde bazı dönemlerde fazlasıyla palazlanıp adeta devlete kafa tutmaya, tehdit edici davranmaya başladılar ve de zaman içinde epeyce yol aldılar. Bu durumun acı sonuçlarını 2016'daki 15 Temmuz gecesi çok acı biçimde gördük ve yaşadık. Bu ‘ahval ve şerait’ içinde ‘akıl tutulmasının aymazlık halini hala yaşayanlar varsa ki ben hala var olduğunu’ düşünüyorum. İşte onlar yani o gafiller, 15 Temmuz 2016’daki ‘o hain kalkışma’ sonrası süreçte daha da zorlu geçmeye başlayan dönemde kendilerini asla çıkılması mümkün olmayan bir demokrasi parkurunda görmek zorundadır. Sonuç olarak; Aklı tutulan gaflete düşer, dememek için naçizane son bir tavsiyem ve temennim odur ki, yazılarımda sıkça dile getirdiğim yani ‘akıl tutulmasının aymazlık hali’ şeklinde tanımladığım toplumsal kültürün zemin kaybetmesine, yok olup gitmesine asla mahal vermemek gerekmektedir. Aksi halde halimiz nice olur, hiç düşündünüz mü?..