ONLARIN ÖVÜNDÜKLERİ ECDAT..

Taht kavgası nedeniyle kardeşini, onların çocuklarını, eniştesini, akrabalarını topluca öldürten ecdat değil midir? Örneğin; Osmanlı padişahı Üçüncü Mehmet, aralarında kundaktaki çocukların da olduğu 19 kardeşini öldürtmüştür. Üstelik ‘ASİL’ kanın akıtılmasının günah sayılması nedeniyle bu infaz emri için kement ya da ok kirişi kullanan ecdat Yavuz Sultan Selim’dir. Sultan Selim, ağabeyi Ahmet’i yay kirişi ile boğdurarak canına kıymıştır. Akrabasının başını kestiren ecdat örneği ise Yıldırım Bayezıt’tır. Beyazıt eniştesi olan Karamanoğlu Alaaddin Bey’in kesik başını mızrağa taktırarak kent içinde günlerce dolaştırmaktan geri kalmamıştır. Boğdurdukları akrabalarının kabirlerinin bile bilinmediği o ecdadın bir başka bireyi Kanuni Sultan Süleyman’dır. Kanuni’nin boğdurduğu oğlu Şehzade Bayezıt ve onun çocukları Sivas’ta gömülmüşlerdir, ancak kabirlerinin yeri bugün bile belli değildir. Osmanlı tarihi aynı zamanda kardeş, kuzen katliamlarının, akraba, hısım ve saraydaki yakın çevresinin katliamlarının hunharca yaşandığı bir dönemi kapsamaktadır. Paşalarını, oğlunun sünnet düğününe eğlencelik yapan bir başka ecdat, padişah Üçüncü Murat’tır. Üçüncü Murat, oğlu Şehzade Mehmet’in 56 gün süren sünnet düğününde Rumeli Beylerbeyi İbrahim Paşa’yı ‘Düğüncübaşı’ Anadolu Beylerbeyi Cafer Paşa’yı da ‘Şerbetçibaşı’ yapmıştı. Anadolu insanını, Türkleri yok sayan bu övündükleri ecdat, halk ozanlarının deyişiyle ‘Ekende yok biçende yok / Yiyende ortak Osmanlı/ Ki beyler başladı zulme / Ve rağbet kalmadı ilme’ denilen öyle tanımlanan ecdattır!.

‘Günümüzde böyle bir ecdat ile övünenden ne adalet beklenir, ne vicdan ne iyilik, ne insanlık, ne bilim ne uygarlık, ne hak ne de hukuk!..’

Şimdi sizlere Sivas Kongresi temsil heyeti tarafından Padişah Vahdettin’e gönderilen 14 Eylül 1919 tarihli mektuptan kısa bir alıntı sunacağım: “Sadrazam Damat Ferit Paşa bir taraftan meşru bir hükümet olduğunu söylemektedir. Diğer taraftan ise sekiz aydan beri dağılmış olan Mebuslar Meclisi’nin yerine bir başkasının açılması için seçimlere başlamak lüzumunu hissetmemektedir ve bu suretle Avrupa devletlerine karşı milli namusumuzu ihlal etmektedir. Bahsi geçen bu canice hareketleri saklamak ve gizlemek için hükümetimizin bütün saltanat haklarını yabancı isteklere teslim etmek, posta ve telgraf müdürlüğünün ordunun şifreli haberleşmeleri kaybetmesine müsaade etmek, bazı düşman subaylarının siyasi hileler kullanmaları için memlekette gezip dolaşmalarına razı olmak, kısaca memleketin isyan halinde olduğunu göstermek suretiyle Kuvayı Milliye’den mürekkep olan teşkilatımızı dağıtmaya çalışmaktadır.” Sivas Kongresi Temsil heyetinden padişah Vahdettin’e gönderilen bu mektup onun umurunda bile olmadı. Damat Ferit ile yine bir olarak Kuvayı Milliye hareketini yok etmek üzere, jandarma erliğinden yetişme Anzavur komutasındaki hapishane kaçkınlarından, ordudan kovulmuşlardan, ayaktakımından oluşan Kuvayı İnzibatiye’ adı verilen Hilafet Ordusunu ulusal güçlerin yani Kuvayı Milliyeciler’in üzerine sürmekten geri durmadı. Sözün özü şudur; Devran döndü dense de devran aslında dönmemiş, tarih tekerrür etmektedir ne yazık ki! “Bugün övündükleri ecdat, o gün olsa yani devran tersine dönse, zaman geriye aksa yine de övünülecek bir ecdat mı olacaktır! Çok iyi düşünüp öyle konuşup böbürlenmek gerekir!..”