Geçen hafta sonu İstanbul da bir yakınımın cenaze törenine katıldım. Ölüm denen gerçeği bir kez daha yakından gördüm ve insan için ölümün ne kadar gerçek olduğunu ve yine insan için en büyük ders alınması ve ibret alınması gereken şeyin ölüm olduğunu bir kez daha yaşadım ve idrak ettim. Ne kadar yaşarsan yaşa, akıbet bir gün gelir başa gerçeğini ister istemez kabullendim. Yaşımız ilerledikçe ölümü zaten daha çok düşünüyordum ama şimdi daha çok düşünmeye başladım. İnsanoğlu yaşlandıkça iki arzusu daha çok artarmış. Biri daha çok mal edinme arzusu diğeri de daha çok yaşama arzusu. Ne kadar doğru bilemem ama aslında çok yaşama arzusundan öte yapacağımız en güzel şey her an ölüme hazır olmak ve ölüm denen gerçeğin başımıza gelmeden ölebilmek. Çünkü insan hayatı ince bir pamuk ipliğine bağlı. Bir saniye içerisinde koptu mu her şey bitiyor. Nerede ne zaman nasıl başımıza geleceğini kestirmek mümkün değil. Bazen medyada, internette, haberlerde bakınca görüyoruz bir tanıdık veya yakınımızın ya hastalandığını veya ölümünü görünce şaşırıyor hayretler içinde kalıyoruz. Son yıllarda özellikle pandemiden sonra hastalıklar daha çok arttı ve işin en acı yanı hastalıkların hatta ölümlerin artık sadece yaşlılarda değil her yaşta, gençlerde bile görüldüğü ve arttığı bir gerçekle karşı karşıyayız.

Bir yanda gelişen medeniyet harikaları, süratle ilerleyen sağlık buluşları, teknik ve ilim diğer yanda ise her gün her yaşta vefat eden yüz binlerce insan. İlim bu kadar ilerlemesine, bu kadar hastane, doktor ve ilaç çoğalmasına rağmen insan ömrüne bir gün bile ilave edememekte ve ölüm karşısında ne kadar aciz kaldığını itiraf etmektedir.

Gelecek için projeler yapan ve hayaller kuran insanoğlu acaba gerçek istikbal için neler düşünüyor ve ne hazırlık yapıyordur.Yatağa girip gecenin karanlığı ve sessizliği ile baş başa kaldığımızda bütün bir gün boyunca düşünemediğimiz şeyleri düşünüp, yaşadığımız o günün muhasebesini yaptığımız zaman o bir günün çoğunun boş şeylerle geçtiğini ve ölüme bir gün daha  yaklaştığımızı anlarız.Yazdan sonra gelecek kışa hazırlık yaptığımız gibi fani ve kısa hayattan hemen sonra gelecek ölümü  karşılamaya hazır mıyız.

Doğum ölümün habercisidir. Madem doğduk bir gün öleceğiz. Kısa yaşayana da uzun yaşayana da sorsak hayattan ne anladığını hemen herkes aynı şeyi söylüyor. Hayattan hiçbir şey anlamadığını, bunca ömrün bunca yılın nasıl geçtiğini anlamadığını ifade etmektedir.

Nuh Peygamber bin yıldan fazla yaşadı. Bir gün Azrail geldi ve ruhunu almak için izin istedi.(Yalnız Peygamberlerden izin alınırdı)Nuh Peygamber de-Rabbimin emirleri neyse biz ona razıyız diye karşılık verdi. Yine Azrail –Ey Peygamberliği en uzun süren insan bu dünyayı nasıl gördün diye sorunca o da-Bir evin iki kapısı olurda birisinden girdim diğerinden çıkıyorum diye cevap verdi. İşte dünya budur. Öyleyse kısa bir ömür ile uzun bir ömrün arasında bir fark yoktur. İkisinin de sonu ölümdür. Öyleyse gerçek bir ömür kısa olsun uzun olsun bize ebedi hayatı kazandıran ömürdür. Bize tahsis edilen ömür ister uzun olsun ister kısa olsun iyi değerlendirmeli ve boşa harcamamalıyız. Ebedi hayatı kazanmanın gayreti içinde olmalıyız.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

 

Aslan TORUN