OKUMUŞLARA YÖNELİK ŞİDDET SARMALI
Son günlerde bir doktor ve hemen ardından bir avukatın öldürülmesi, içimizi
yaktı, kahrolduk. Bu durum, bir anda kamuoyunda “Biz buraya, okumuşlara
yönelik bu şiddet sarmalına nasıl geldik” sorusunun yoğun biçimde
sorulmasına tartışılmasına başlandı. Aslında anine boyuna kapsamlı biçimde
irdelenip, sorgulanması gereken çok boyutlu bir konudur bu durum. O nedenle
kestirmeden bir yanıtla geçiştirilmemesi gerekiyor. Bu yazımda dilimin
döndüğünce, bilgimin yettiğince konuya ilişkin bir şeyler anlatmaya çalışacağım.
Bu durum öncelikle belirtmek isterim ki, şiddet ve gerilim atmosferinin
toplumun üstüne bir karabulut gibi çökmesine neden olan AK Parti iktidarının
ve onların taşıdığı zihniyetin yansıması olan ‘siyaset stratejisinin’ çok geniş ve
kapsamlı biçimde irdelenmesini gerektirmektedir. Yirmi yıllık AK Parti iktidarı,
en yetkili ağızlarının açık biçimde söylediği gibi ülkemizin Cumhuriyet öncesi
dönemi de kapsayan 200 yıllık Batılılaşma yönelimine, Cumhuriyet Devrimi’nin
çağdaş uygarlık düzeyini aşma hedefine taban tabana zıt bir anlayışı ve yapıyı
temsil etmektedir. Açık konuşmak gerekirse ki gerekmektedir; AKP iktidarı bu
konuda ne yazık ki, çok önemli mesafeler kaydetmiş ve Cumhuriyeti temsil eden
değerleri ve kurumların büyük ölçüde içinin boşaltılmasına dolasıyla çöküş
sürecine sokulmasına yol açmıştır. Kutuplaşmayı körükleyen anlayışın kendisine
yarar sağladığını düşünen ve bu düşüncesini deson 20 yıllık süreçte seçim
başarıları ile bir anlamda doğrulatan AK Parti’nin siyaset stratejisi toplumdaki
kutuplaşmayı geri dönülmesi çok zor bir noktaya taşımayı da ne yazık ki,
başarmıştır. Bilmem farkında mısınız, ülkemiz derin ve kaygı verici biçimde
toplumsal açıdan bir yarılmanın içine girmiş durumdadır. Cumhuriyet
Devrimleri, hemen tamamı eğitimsiz, ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplumu;
soran sorgulayan bireylerden oluşan, modern çağı yakalamış, bilimi yol gösterici
kabul etmiş bir topluma dönüştürmeyi hedefliyordu. Elbette işin doğası gereği,
kendisini bu hedefin karşısında konumlandırmış ve Cumhuriyetin devrimleri
döneminde saklanmış siyasal İslamcı bağnaz ve yobaz kafalı sığ anlayış, çeşitli
zamanlarda yanına birbirine taban tabana zıt irili ufaklı müttefikler bulmuş, kimi
zaman bu müttefikler merkez sağ denilen siyaset kitlesinden, bazen Kürtçü-
bölücü hareketlerin temsilcilerinden, son süreçte liberal-solculardan, Türk
milliyetçiliğini önceliyormuş gibi görünen faşist odaklardan destek alarak siyaset
dünyasında onlardan destek alarak yürümeye çalışmıştır..
Ancak siyasal İslam’ın temsil edenler, gerçek hedeflerini Adalet ve Kalkınma
Partisi 2002’de iktidara gelene kadar hep gizlemişler, kendilerini siyaseten
hedef tahtasına konulmasını engellemişlerdir. Bu konuda, özellikle belirtmem
gereken göz ardı etmemem gereken önemli bulduğum nokta 1980 sonrası tüm
dünyada olduğu gibi bizde de esen küreselleşme rüzgârlarının, sorgulayan
bireyi, kendi konfor alanına sıkışmış bir müşteriye dönüştürmek istemesinin de
etkili olduğunun altını mutlaka çizmeliyiz, gerçeğidir. 1950 sonrasında başlayıp
1980 sonrası çığırından çıkan köyden kente göçün sonucunda, üretimden uzak,
ne kentli ne köylü bir sınıfın ortaya çıkması, bu sınıfın da yapılacak olan
analizinin ekonomik olmaktan çok kültürel olduğu açık olduğu gerçeği aslında
siyasal İslam’ın işini epeyce kolaylaştırmıştır. Bu kültürel sınıflar arasındaki
günümüzde çatılmaya dönüşen ilişkinin AKP’nin kendisine epeyce yarar
sağladığı kutuplaştırma siyaseti ile “nefret” sarmalına sıkışması ve bu “nefret”
sarmalının “din” yani “inanç” temelinde körüklenmesi, bugün yaşadığımız
tedirginlik verici şiddet ve gerilim ortamının en önemli nedenlerinden biridir.
Toplumsal yarılmanın belki de yönünü belirleyecek seçimlere bir yıldan daha az
bir süre kalmış iken, AKP iktidarının kutuplaşma, kendi gibi düşünmeyen farklı
toplumsal kesim ve sınıfları düşmanlaştırıp hedef gösterme siyasetine can
simidi gibi sarıldığını, hatta tamamen ele geçirdiğini ve kötüye kullanmaya
başladığını tüm iktidar gücünü de baskı aracı gibi kullandığını apaçık görmüyor
muyuz, elbette görüyor ve de gözlemliyoruz..
20 yıllık kesintisiz AK Parti iktidarının yukarıda özetlemeye çalıştığım hedefine
karşı AKP’nin tam da istediği kutuplaştırma tuzağına düşmeden, kendi
ideallerini net biçimde ortaya koymaktan korkmayan, bu idealler etrafında
birleştirici ve kucaklayıcı bir siyaseti istikrarlı biçimde izlemek gerekiyor. Bunu
gerçekleştirmek kolay mı derseniz, büyük usta Nazım Hikmet’in bir şiirinde bir
vesileyle vermiş olduğu cevabını tekrarlamak en doğrusu olacaktır:
İLERİDEKİ GÜZEL GÜNLERİ, BELKİ BENİ GÖRMEYECEK ONLAR!..
Yorum yapın