Bu çileli ama aynı zamanda onurlu meslekte 37 koca yılı alnının akıyla geçirmiş, dokuz ay sonra da 38 yıla erişecek gazetecilik meslek yaşamım boyunca edindiğim tüm birikim, deneyim ve yaşadığım onca badirelere dayanarak, elbette özgüven dolu başı daima dik olarak haykırarak ifade ediyorum ki; Gazetecinin mutlak anlamda 'tarafsız' olması gerektiği anlayışı yanlıştır. Bence doğrusu, gazetecinin 'adil' olmasıdır. Gazetecinin elbette dünya görüşü olacak, düşünsel tercihleri bulunacaktır. Ancak gerçeği eğip bükme hakkı asla yoktur. Gazeteci, haber yaparken de makalesini yazarken de yorumunu yaparken de gerçeğin ta kendisi, yalın ve çıplak olan gerçeğin peşinde olmalıdır. Bu yüzden gazeteci bu mesleğin evrensel kuralları gereği bu işi yaparken herhangi bir dine, mezhebe, ülkeye, ırka, herhangi bir etnik yapıya yönelik taraf tutamaz, yandaş olamaz!..
Bu düşünceden hareketle bir önek vermek gerekirse sözgelimi; Nazilerin Almanya’da iktidar olduğu süreçte yaşananları, yani yapılan soykırımları, savaş dehşetini, ölenleri, zulme uğrayanları, sırf 'büyük Alman ırkına zarar gelmesin' gerekçesiyle göz ardı eden birine hiç gazeteci denir mi? Nitekim de denilmemiştir…
Tüm bu anlatmaya çalıştıklarımın yanında benim inancım gazeteci aslında daima taraf durumdadır; barıştan, uzlaşmadan, özgürlüklerden, adaletten, yasalardan, vatandaşı olduğu devletin anayasasından ve de elbette demokrasiden, insan haklarından, çevreden, hayvanlardan yani doğadan yana daima taraf olmalıdır. Söz gelimi ben 37 yıldır gazetecilik yaşamım boyunca hep taraf olmuşumdur. Adaletten yana, Türkiye Cumhuriyet devletinden, Anayasa ve yasalardan yana, insan hakları, eşitlik, demokrasiden yana, Atatürkçülükten yana, doğruluk ve dürüstlükten yana hep taraf olmuş bir gazeteci olarak elbette bu mesleği Balıkesir'de icra ettiğimden dolayı daima Balıkesir'den ve Balıkesirliden yana taraf olmuşumdur!..
Tüm bu detaylı açıklamalarımdan sonra akla şöyle bir soru gelebilir; “Gazeteci aydın sorumluluğu taşır mı, taşımalı mıdır?”
Bu ve benzer türden sorular son dönemde epeyce önemli hale geldi. Bence gazeteci sadece haber yazan, haberi bağlı olduğu ajansa veya gazeteye aktaran kişi değildir. Hele ki sosyal medyanın bu denli güçlü olduğu dönemde, gazetecinin elbette dünyayı doğru okuma görevi ve sorumluluğu da vardır. O halde gazetecinin bir de 'entelektüel olma’ zorunluluğu söz konusudur. Yeterince birikimli ve donanımlı olmayan bir gazeteci, kolayca ve belki iyi niyetle davranarak hareket eder ama toplumu, insanlığı yanlış yönlendirebilir. Bunları söylerken kasıtlı olarak savaşa, şiddete alet olanları ve sebep olanları saymıyorum bile…
Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri’nde 45 yılı aşkın bir zamandır adeta propaganda mekanizması haline dönüşen CNN’in belki de milyonlarca insanın ölümünde pay sahibi olduğunu da unutmamak gerekir. Yine de yeterliliğiyle yahut yetersizliğiyle de olsa bu işi yapan yapmayan çalışan bir gazeteci için 'mutlak aydın olmak zorunluluğu vardır' diyemeyiz kanısındayım.
Gerçekten 'entelektüel olan' yani aydın görünümlü bir kimse daha doğrusu gazeteci bu işte ‘popüler ve güncel olana’ mesafe koymayı bilmelidir. Bunu anlamı şudur; yaşanan olayların ardını, arkasını, tarihsel süreçlerini irdelemelidir. Tüm bunları yapmasını yerel düzeyde veya genel anlamıyla ulusal düzeyde bu medya sektörünün içinde olan bu mesleği yapan her muhabirden gazeteciden beklemek bence çok abartılı bir beklentidir düşüncesindeyim. Çünkü etik değerleri oluşmamış hatta hiç oluşmayacak herhangi birisi de bu mesleği hele ki günümüzde ne yazık ki ‘BAL GİBİ’ yapabilmektedir, yapabilme fırsatını hatta hakkını bulabilmektedir kendinde…
Hiç kimse de ona ‘SEN YAPIYORSUN YAHU’ bile diyememektedir!..
O nedenle bu mesleği ‘HASBELKADER’ dahi de olsa yapan bazı kimseler en azından ‘AYDIN’ olmak için asgari ölçülerde olsa dahi çaba göstermek yani ulumlu yönde kendini geliştirmek zorundadır.
Yoksa önüne gelen bültenleri, ‘kopyala yapıştır’ tarzı hazırlanmış metinleri okuyarak kurgulanmış masa başı hap haberlerle durum vaziyetini(!) idare etmek kanımca uzun vadede asla mümkün olamaz!
Örneğin; sosyal bilimlerden, doğa bilimlerine kadar gibi ilgi alanlarını bilmek, anlamak, bu konularla ilgili bilgi sahibi olmak bence kendine ‘GAZETECİYİM’ diyen herhangi birini dahi daima zihninde olmalı ve bu yönde belleğinde ve benliğinde bir bakış açısı oluşmalıdır ki, yeri geldiğinde o kendine ‘GAZETECİYİM’ diyen kişi yöresinde ve ülkesinde olanı biteni, yaşananları gayet objektif ölçüler ile değerlendirebilsin, diye düşünüyorum. Dahası, kendi dilini yani Türkçeyi doğru dürüst kullanamayan bir gazetecinin başkalarının meselesini, haberini veya bir konu hakkındaki yorumunu doğru ve anlaşılır aktarması kesinlik söz konusu olamaz!
Bu durumda bence şöyle düşünmeli ve davranmalıyız; kendine ‘BEN GAZETECİYİM’ diyen biri dilimiz Türkçeyi doğru bilmeli ve kullanmalı, merakı olmasa dahi bir parça şiir bilmeli, edebiyattan anlamalı, bolca kitap okumalı, kısacası asgari ölçülerde de olsa hemen her şey hakkında bilgi sahibi olmalı tüm bunları düşünmeye ve fikir üretmeye yönelik kendine zaman ayırmalıdır. Sözün özü şudur; gazetecinin yaptığı işin geçerli anlamlı kültürel bir felsefe zemini yoksa, bu işi yaparken epeyce zorlanır, zor duruma düşmesi kaçınılmaz hale gelir!
Yorum yapın