Geçtiğimiz hafta boyunca anımsayacaksınız tam üç gün boyunca bu sütunlarda Balıkesir’de siyasete ilişkin son otuz beş kırk yılı kapsayan anılarımı, anekdotlarımı sizlere aktarmıştım. Anlattıklarım dolayısıyla yazdıklarım Balıkesir’de siyasetin ‘SOL TARAFINA’ dair anılar, anekdotlardı. Bir başka deyişle önce Sosyal Demokrat Halkçı Parti yani SHP, sonrasında ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ekseninde Balıkesir’de özellikle son otuz beş, kırk yılda yaşananlara, bilinen veya bilinmeyenlere ilişkindi. Bu kez de Balıkesir’de siyasetin sol tarafı değil ‘SAĞ TARAFINA DAİR’ bu kez daha yakın tarihi kapsayan yani 24-25 yıllık dönemi kapsayan zaman diliminde merhumlar Sabri Uğur ve Edip Uğur özelinde benim zihnime not ettiğim, bizzat yaşadığım, tanıklık ettiğim süreci sizlere aktarmaya, anlatmaya çalışacağım.
(Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun) Sabri Uğur’un adını ilk kez duyduğumda tarih 2001 yılının Ağustos ayının sonlarıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi yeni kurulmuştu. Ak Parti'nin kurucuları arasında yer alan Refah Partisi ve Fazilet Partisi kökenli yani 'Milli Görüşçü' Balıkesir milletvekili İsmail Özgün, memleketi Balıkesir'de yeni kurulan partisini örgütleme çalışmalarına başlamış, hummalı biçimde AKP'ye kaydedecek üyeler ile il ve ilçe başkanı olarak atanacak isimler arıyordu. Ortak dostumuz olan ANAP kökenli daha doğrusu eski Özalcılardan muhafazakarlığıyla tanınan bir ismin Çarşı'daki işyerinin önünde Özgün ile karşılaştık. Selamlaştık, aylardır görüşmediğimiz için hasretle kucaklaştık ve hemen o işyerinin bodrum katına inerek yaklaşık bir saat süreyle koyu ve epeyce samimi biçimde sohbete koyulduk. İşte o sohbet esnasında İsmail Özgün, AK Parti'nin Balıkesir'de teşkilatlanma çalışmalarından bahsederken 'Sabri Uğur' isminden bahsetti. Edip Uğur'u tanıyordum ama Sabri Uğur'u hiç tanımıyordum. O'nun adını ilk kez İsmail Özgün'den duydum. "Edip Uğur'un nesi oluyor bu Sabri Uğur, kimdir, necidir, ne iş yapar?" diye sordum. "Bunların dedeleri kardeşmiş, amca torunları gibi bir şey yani. Edip bey ile Sabri Uğur. Bu Sabri var ya bu Sabri, henüz çok genç ama siyasette istikbal vaat ediyor. Aslen de Balıkesirli zaten. Ama 15-20 senedir Balıkesir'de yokmuş, henüz yeni gelmiş memleketi Balıkesir'e" diye yanıtladı beni milletvekili ağabeyim İsmail Özgün…
Neyse aradan bir ay geçti geçmedi o İsmail Özgün, o zamanlar çalıştığım Karesi TV'ye geldi. Yanında da Balıkesir'in tanınmış simalarından Kemal Büyükakın vardı. Onunla yine siyaset içerikli koyu biçimde sohbet ederken o zamanlar 'Erbakancı' yayın çizgisiyle tanınan Kanal 7 televizyon kanalının Balıkesir temsilcisi olarak kendini tanıtan Ertan İnal’da geldi ve İsmail Özgün'ü biraz dinledikten sonra ayağa kalkıp, yüksek sesle "İsmail Bey, bu Uğur'lar var ya, onlara fazla ön verme, güvenme. Bilhassa Edip Uğur yarın öbür gün senin bile ayağını kaydırır da görürsün o zaman. Sabri Bey için bir şey diyemem çünkü daha yeni geldi Balıkesir'e. Zaten onu pek tanımam rahmetli babasını tanırdım esnaftan o kadar ama Edip Uğur'a sen dikkat et!" diyerek bir bakıma onu uyardı. O ortamda İsmail Özgün'de Ertan İnal'ın bu sözlerine karşılık gülümseyerek "Öyle bir şey olmaz, olamaz Ertan, Edip Bey tecrübeli bir siyasetçidir. Geçmişte bir dönem milletvekilliği yaptı, bilirsin. Hem Edip Bey fabrikatör yani varlıklı bir adam. Yeni partimize de zihniyetimize, fikriyatımıza uygun kapital sahibi şahısları kazandırmak lazım. Yeni kurulmuş bir partiyiz, hazine yardımı falan da yok henüz. Kendi imkanlarımızla mevcudiyetimizi temin etmek ve muvaffak olmak mecburiyetindeyiz. O sebeple Edip Bey gibilere ihtiyaç var AK Parti'de" dedi ve konuyu orada kapattı.
Aradan birkaç gün geçti ve ben merakla Ertan İnal'a geçen gün İsmail Özgün'e Edip Uğur ve genelde Uğur'lar hakkında neden öyle konuştuğunu, uyarma gereği duyduğunu soruverdim.
Ertan İnal’ın benim o soruma yanıtı anımsayabildiğim kadarıyla şöyle olmuştu; "Zikri Bey kardeşim, ikimize de Allah ömür verir görürüz İnşallah. AK Parti'ye bu Edip Uğur'u il başkanı, Sabri Uğur'u da merkez ilçe yaparlarsa ilk seçimde Edip Uğur milletvekili, Sabri Uğur'da belediye başkan adayı olur. Eğer biri milletvekili diğeri belediye başkanı seçilirse de ortada ne İsmail Özgün kalır ne de bir başkası! He şeye Uğur'lar hakim olur, bütün Balıkesir'de onların sözü geçer o zaman. Bak demedi deme sakın!"
Ertan İnal'ın bu sözlerinin üzerinden bir ay geçmeden Edip Uğur, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) kurucu il başkanlığına atandı. Hemen ardından ise Edip Uğur'un kuzeni Sabri Uğur, yeni atanan AKP Merkez ilçe yönetiminde ikinci başkan yani Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildi. O günlerde Kemal Büyükakın ile Sabri Uğur birlikte o zaman çalıştığım Karesi TV'ye ziyarette bulundular. İşte daha sonraki yıllarda samimi biçimde bir ağabey, bir dost ve arkadaş olarak benimsediğim, vefat haberini aldığımda tarifsiz biçimde acı ve üzüntüye bürünüp gözyaşı döktüğüm Sabri Uğur ile ilk kez o gün tanışmıştım.
Onunla tanıştığım gün tıpkı bugünlerde olduğu gibi o günlerde de yani 2001 yılının sonlarında da ülkenin temel sorunu ekonomiydi ve o Sabri Uğur, o zaman bana ülke ekonomisinin durumu üzerine çok etkilendiğim ilginç ve çarpıcı görüşler ortaya koyduğu bir nevi brifing vermişti. O'nun bu ekonomiye ilişkin görüşlerinden çok etkilendiğim için Kemal Büyükakın yerine Sabri Uğur'a TV'de yayınlanmak üzere bir söyleşi programı yapmayı teklif ettim. Kemal Büyükakın, Sabri Uğur’a yaptığım bu program teklifine öyle sanıyorum belki biraz bozulmuştu ama pek de belli etmedi. Aksine "Zikri'nin bu teklifini kabul et Sabri. Çık televizyona anlat anlatabildiğin kadar. Böyle yaparsan yeni kurulan partimizde kamuoyunda puan toplar, çok takdir edilir." diyerek Sabri Uğur'u daha da teşvik etti. Bunun üzerine Sabri Uğur; "Olur da ama hemen olmaz. Hazırlık yapmam lazım. Yarın, hatta öbür gün olsa olmaz mı, ben de biraz hazırlanmış olurum." yanıtını verdi, heyecanlı biçimde…
İki gün sonrası için sözleştik ve Sabri Uğur, söz verdiği gün ve saatte tıraşını olmuş takım elbisesini giymiş, kravatını takmış biçimde televizyona geldi. Gelirken yanında kocaman bir dosya ve bir de VHS kaset getirmişti. O kasete çekimini yapacağımız söyleşinin kaydının kopyasının alınmasını rica ediyordu. Böyle bir uygulamamız yoktu ama ricasını kabul ettik ve o boş kasete programın kopyasını çıkardık ama söyleşinin akşam yayınlanmasının ardından ertesi gün kendisine teslim edeceğimizi söyledik. "Neden?" deyince ona "usul böyle" yanıtını verdim. Aslında böyle usul falan yoktu. Amacım Sabri Uğur'un ilk bakışta hemen gözlenen aşırı titiz yapısı, kendisi yapsa dahi hatayı, kusuru asla kabul etmeyen ‘MÜKEMMELCİ’ tavrından kaynaklanıyordu. Şöyle anlatmak isterim; Sabri Uğur, bu bant çekimini yaptığımız söyleşi programının kaydettiğimiz kasetini bizden alır gider izler, sonrada dil sürçmesi, hapşırma, öksürme gibi bana göre gayet 'gereksiz' bölümlerin çıkarılmasını ister, sonra da biz o çektiğimiz programın tekrardan montajını yapmak zorunda kalırdık. İşte o yüzden 'usul böyle' deyip, söyleşinin kopyalandığı kaseti kendisine vermemiş, daha sonra vereceğimiz söylemiştim.
Bugünlük bu kadar derken pazartesiye kaldığım terden devam edeceğimi belirtmem gerekiyor. Lütfen kusura bakmayın vefatının üzerinden yaklaşık sekiz yıl geçmesine rağmen merhum Sabri Uğur'un ardından yazmak, beni tekrardan epeyce üzdü, garipsetti, hüzünlendirdi. Dedim ya pazartesiye kaldığım yerden devam edeceğim…
Yorum yapın