Balıkesir BİRLİK gazetesinde de bu sütunlarda yayımlanan siyaset içerikli yazılarımı okuyan saygıdeğer okurlarımdan bazıları telefonla veya sosyal medya üzerinden bana ulaşarak kaleme aldığım ‘siyasete dair’ yazılarımda karamsarlık ve de keskin çizgilerle kararlılık havasını fazlasıyla hissettiklerini, dahası aşırı bir gerginlik, hatta kızgınlık içinde olduğum öngörüsünde bulunmuşlar. Öncelikle şunu belirteyim; Yazdıklarımın içeriğinde ‘nasıl bir hava bulunduğundan’ ötesinde veya yazılarımı ‘nasıl bir ruh haliyle’ kaleme aldığımın tahlilini yapmaktan dolayı ‘ne yazdığım, neyi anlatmak istediğime’ bakılmasının daha doğru ve yararlı olduğunu düşünüyorum. O nedenle daha önceki yazılarım gibi bugün de yazdıklarımın da ‘dikkatlice ve de sadece göz gezdirme ya da bir kez okuma şeklinde değil’ gerekirse birkaç kez okunarak değerlendirilmesi beklentisi ve arzusu içindeyim. Örneğin; 31 Mart yerel seçimlerine 23 gün kala bugün yazacaklarım, salt iktidarda muktedir olanların veya olmaya çalışanlara ilişkin değil, onların karşısında duran karşıtlara yani muhaliflere de ilişkindir. Ama mutlak bilinmesini isterim ki; 'Ben ne bu tarafta ne de öteki tarafta durmaya pek meraklı biri değilim. O nedenle her iki tarafa da hem iğne hem de çuvaldız batırma cüretini ve dolayısıyla hakkını kendimde görebiliyorum.' İçinde bulunduğumuz koşullarda, siyasal yaşamın ağırlığı, olumsuzlukları, yaşamın tüm alanlarını derinden etkilemektedir. Geçen sene gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri sonrasında başlayan bugüne kadar gözlemlediğim süreçte siyasetin solunda, sosyal demokrat ve çağdaş, ilerici geçinen çevrelerde, kısaca tüm muhalif görünen kesimlerde inkar edilemez biçimde tüm iyimser sayılabilecek eylem ve söylemlere hatta çabalara rağmen yoğun bir karamsarlık ve moral bozukluğu hali halen de varmış gibi görünmektedir. Üstelik gittikçe ağırlaşan hayat şartları, ekonomik güçlükler, enflasyonist baskılar, gibi olumsuz görünen durum, her geçen gün kendini seçimlere 23 gün kalmasına rağmen daha çok hissettiriyor, havası da egemen durumdadır...

Oysa bu olumsuz ruh halinden hızla sıyrılmak, yeni umutlara, yeni mücadelelere yılmadan ve bıkmadan hızla yelken açmak gerekmektedir kanısındayım. Siyasal mücadelelerin ve özellikle de muhalif çevrelerin içerisinde yer alanların, yaşanan süreçleri aklı başında irdeleyip değerlendirdikçe, çoğunlukla ortak bir noktada buluştuklarında ben şahsen kuşkuluyum. O noktada siyaset yapma tarzının mutlak değiştirilmesi gerektiğine bence yeterince odaklanılmamasından kaynaklanmaktadır kanısındayım. Yaşamın hemen her alanında olduğu gibi siyaset alanında da zamanın o durdurulamaz akışı ve yaşamın diyalektiği, yeni ihtiyaçları elbette ortaya kaçınılmaz olarak çıkarmaktadır. Bu durumda doğal olarak yeni yol ve yöntemleri de beraberinde getirmektedir. İşte tüm yaşanan bu gelişmeleri gözlemleyip, çözümleyip ve sentezleyip, toplumsal mücadele alanlarında yeni hedefler belirlemek ve yeni yol haritaları oluşturmak gerekmektedir. Bu bağlamda, yeni siyaset yapma tarzının en önemli dayanağının ‘siyasal yaratıcılık ve üretkenlik’ olduğunu düşünüyorum. Gerek siyasal partilerde gerekse farklı düşünsel veya eylemsel çevrelerde buluşup, ‘hayata dair iddialar’ ortaya koymak ve bu iddiaları hayata geçirmek isteyenler, 31 Mart yerel seçimleri sürecinde olduğu gibi çoğunlukla ‘dar alanda kısa paslaşmalar’ içinde kalmaktadırlar. Bence bu kısır döngü, giderek düşünsel ve eylemsel üretimi de kısırlaştırıyor, politik ve sosyal verimi düşürmektedir. Hatta siyasetçiler bir süre sonra, enerjilerini birbirlerine karşı iç mücadeleler içinde tüketmeye başlıyorlar. Oysa hayat o kadar geniş ve mücadele gerektiren biçimde ve de o denli çok boyutlu ki, anlatamam!..

Yeter ki biz yaşamın tüm renklerini görmek ve mücadelenin tüm boyutlarını kavramak isteyelim. Böyle bakıldığında elbette yapılacak iş de çok, verilecek uğraş da çok, öyle değil mi? En güzeli de yaşamı bir ucundan yakalamak, bence ‘yaşadığımız hayata müdahil olmaktır!..’

Çünkü uğraşıları, emekleri birleştirip eylemsel kılarak, hayatı değiştirmek ve dönüştürmek böyle yaparsak mümkün görünmektedir. Ancak genel olarak bakıldığında ilerici çağdaş geçinen sol çevreler ve sosyal demokratlar, uzun süredir çoğunlukla kimlik siyasetinin, kültürel çelişkilerin ve de çatışmaların dar alanlarına hapsoluyorlar gibi geliyor bana. Onlar kanımca yaşama sınıfsal, sosyal ve toplumsal mücadelenin perspektifinden bakmayı unutuyorlar, en azından bu gerçekliği ihmal ediyorlar. Yirmi birinci yüzyılın dünyasında ve 2024'ün Türkiye’sinde, toplumsal mücadelenin temel karakteri öncelikli olarak 'ekonomiktir, sınıfsaldır, sosyaldir.' Elbette düne göre hedef kitleler değişmiştir, farklılaşmıştır. Ancak yine de kentlerin varoşlarında yani kentleri çevreleyen kuşakta yaşayan yoksullardan, işsizlerden, fabrikalarda, benzer işyerlerinde doğrudan üretimin içinde olanlara, kentlerin merkezlerinde çok katlı yapılarda, alışveriş merkezlerinde görev yapan mavi veya beyaz yakalılardan kırsal kesime, tarımsal alanlara uzanan çok farklı toplumsal mücadele alanları vardır. Elbette ilerici çağdaş geçinen bireylerin oluşturduğu solun, sosyal demokratların olmazsa olmazları üniversiteleri, gençleri ve aydınları da bu alanlara ‘eklemek/eklemlemek’ olmalıdır. Aslına bakarsanız; solun sosyal demokrasinin toplumsal mücadele alanları çok geniştir ve çeşitlidir. Ancak ne kadar solcu veya sosyal demokrat hele yerel seçimlerin eşiğinde bu gerçeğin farkındadır?

Toplumsal mücadelelerin yoğun uğraşısı içinde siyaset yapma tarzını mutlaka değiştirmek ve yenilemek gerekiyor, ama popülizmden uzak durarak bu yapılmalıdır. Ancak unutulmaması ve her zaman anımsanması gereken solun temel değerleridir, hasletleridir. Bu değerler içinde düşünsel ve siyasal üretim, yol arkadaşlığı, dayanışmak, paylaşmak her zaman ve her koşulda vazgeçilmez değerlerdir, diye düşünüyorum..