Bu sütunlarda yayımlanan yazılarımı günü gününe takip edenler gayet iyi anımsayacaklardır, ‘zaruret hasıl olduğunda’ veya ‘gördüğüm lüzum üzerine’ bir konu hakkında daha önce kaleme aldığım yazılarımdan bazılarını güncelleyerek tekrardan sizlere sunuyorum. Bu kez yine zaruret hasıl olduğundan, aylar önce yayımlanan bir yazımı güncelleyerek sizlere yeniden aktarmak istiyorum. Geçenlerde Facebook da bana arkadaş olarak ekli olan ama yakından tanımadığım, daha doğrusu yüz yüze hiç görüşmediğim birinin ‘Türklük üzerine’ saçma sapan bir yorumu gözüme çarptı…

O zat “Ne mutlu Türküm diyene!” demenin ‘ırkçılık ve faşistlik’ olduğunu kaydederek en doğru ifadenin “Ne mutlu Müslümanım!” Demek olduğunu ifade ediyor. Ülkemizde 20 yılı aşkın bir süredir hadsiz, densiz, izansız, nankör olduğunu düşündüğüm birileri ‘Türklük’ kavramı üzerine sürekli biçimde yerli, yersiz konuşmakta ve tartışmakta ve hatta ‘Türklüğün’ yergisine yeltenmektedir. Bazıları ‘adettendir’ diyerek ‘Türklüğü aşağılama’ cüreti gösterirken, kimileri ise ‘Türklüğün ırkçı ve dolayısıyla faşist bir kavram’ olduğunu utanmadan öne sürmekte ve savunmaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi M. Kemal Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk denir.” diyerek, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini çok iyi biçimde açıklamaktadır. “Bu ülkede yaşayan insanların etnik kökenlerine bakılmaksızın herkes Anayasal ve Kültürel anlamda Türk’tür.” Cumhuriyetimizin vazgeçilmez, temel ilkesi olan Laiklik ile de hangi dini inanca sahip olursa olsun, herkesin eşit vatandaşlık bileşkesi ‘Türklük’ ile pekiştirilmiştir. Türk olmak, bana göre; “Bir ırmağın kolları gibidir. Bu ırmağın ana kolu Türk olanlardan, ikinci önemli kol Kürt olanlardan oluşmaktadır.” Diğer kollar; ‘Arap, Çerkez, Zaza, Gürcü, Abaza, Çeçen, Romen, Boşnak, Arnavut, Laz, Rum, Ermeni, Pomak, Yahudi, Süryani’ olanlardan oluşmaktadır. Her kolun ayrı renkleri olsa da ırmağın ana kolu olan ‘TÜRK’ kolunda birleşerek hepsinin bileşkesi ortak karışımı olan renge bürünerek akmaya devam eder. İşte biz buna TÜRKİYE’ de yaşayan tüm halkın ortak rengine kültürel anlamda, Türkiye Cumhuriyeti halkına ‘TÜRK’ diyoruz. Bu aynı zamanda anayasal anlamda Türkiye’de yaşayan herkesin hukuksal anlamda ‘Türk’ olarak adlandırılması ve kanun önünde eşit olmasını sağlayan bir toplum mühendisliğini anlatmaktadır. Yani ırmağın ana koluna Kızıl Irmak ‘Türk’ dersek, yan kolları da diğerleri olarak görürsek ana kolla birleşen diğer kollar kendi adları ile değil, ana kol olan‘TÜRK’ adıyla anılacaktır. Türkiye’de oluşturduğumuz binlerce yıllık birlikteliğimizin ürünü olan yaşama, yeme, giyim kuşam, müzik, mimari, batıl inançlar topluluğu bizi birbirimize benzer kıldığı gibi, birbirimizle kurduğumuz hısımlıklarda bizi ‘genetik’ anlamda da büyük bir aile kılar. Aramızda dinsel, ulusal, etniksel, gelenek ve görenekler konusunda farklılıklarımız olsa da benzerliklerimiz farklılıklarımızdan daha fazla olduğunu rahatlıkla görürüz. O halde farklılıklarımızı değil benzerliklerimizi ön plana çıkarmalıyız. “Farklılıklar noktasından birbirimize bakarsak ayrışır, benzerlikler noktasından bakarsak kaynaşırız” diye düşünüyorum. Geçmişte, Osmanlı Coğrafyasında ve yakın tarihte Dünya coğrafyasında, kimin başı sıkışmışsa bu ortak kültürel değerimiz olan Türk rengine rahatlıkla sığınmıştır. Kürt kökenli olduğu bilinen Diyarbakırlı Ziya Gökalp “Türkleşmek ve Muasırlaşmak” üzerine adlı yapıtında “kültürel anlamda Türkçülüğü” çok açık olarak anlatmaktadır.

Yakın tarihe bakıldığında, Ruslardan kaçan, Çerkezler, Abazalar, Çeçenler, Don Kazakları (Rus asıllı), Polonyalılar, Macarlar, Kırım Tatar Türkleri, Çin zulmünden kaçan Uygur Türkleri, Afganistan Türkleri, İran’dan kaçan Farisi ve Türk grupları, Bulgaristan’da geçmişte etnik ayrımcılığa uğrayan Bulgaristan Türkleri ve Pomaklar, Sırpların zulmünden kaçan Boşnaklar ve Arnavutlar, Saddam’ın zulmünden kaçan Kürt ve Türkmenler, Ruslardan kaçan Gürcüler, Fatih döneminde İspanya’dan kaçan Yahudiler, Hitler’in zulmünden kaçan Avrupalı Yahudiler, yoksulluktan ve savaştan kaçan Afrikalı Zenciler, ülkemizde ırkçı ayrımcılığa uğramadan rahatlıkla ortak kültürel Türk oluşumunun içine sığınmışlar, Türk toplumunun daha doğrusu Türk milletinin ayrılmaz bir parçası haline gelebilmişlerdir..

Osmanlı Döneminde de ‘devşirme ve hısımlık kurma’ nedeniyle çok sayıda gayrimüslim; ‘Rum, Ermeni, Sırp, Bulgar, Macar’ bu oluşumun içine katıldığı gibi, yakın geçmişte birçok Türkmen aşireti Kürtleşmiş, aynı zamanda birçok Kürt’te Türkleşmiştir. Avrupa’da Osmanlı döneminde bir kişi Müslüman olursa ‘Türk oldu’ denirdi. Yine Osmanlı coğrafyasından Amerika kıtasına göç edenlere aslına bakılmaksızın kültürel benzerlikten dolayı ‘El Turco’ denmiştir. Türk kültürünün izlerini tüm dünya coğrafyasında bulmak olasıdır. Dünyada bulunan yaklaşık 10 bin yıllık kaya yazıtlarının Avrupa (Finlandiya, Macaristan, Belçika, İngiltere) Anadolu (Amasya) Asya (Kaya yazıtları ve Orhun yazıtları) ve Ortadoğu (Sümercenin) ve Amerika kıtasındakilerin, ‘TÜRKÇE’ olarak okunduğu bilinmektedir. Bazı önemli tarihçiler, Türk Kültürünün dünyada ‘kurucu kültür’ olduğunu yıllardır her yerde anlatmaktadır. Sonuç olarak ’Türk olmak’ etnik tarafı ağır bassa da ‘etniksel’ olmaktan daha çok ‘kültürel anlam’ ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yazımı, Büyük Atatürk'ün 'Ne Mutlu Türküm Diyene!' sözüyle bitiriyorum…