Ankara'da havanın kapalı sıkıntılı olduğu bir eylül akşamı. Avrupa'nın üstünde savaş rüzgârları esiyor. Çankaya Köşkü'nün havası hüzünlü. Atatürk hasta ama memleket meselelerinden ayrı kalmak mümkün mü? Sanki yolun sonuna geldiğini hisseder gibi.

Akşamüstü saatleri, yanında Nuri Conker var. Selanik'ten hem mahalle hem okul arkadaşı. Albaylıktan emekli ve Paşalık dahil hiçbir makam, mevki kabul etmemiş gerçek dost ve sırdaş. Kadim dost Nuri Conker, o gün, arkadaşının havasını dağıtmak ister. Çocukluk günlerinden söz eder bal gibi sohbet, uzayıp gider. İstanbul'a ve gençlik günlerine gelir. Harbiye ve sonra akademideki günleri anarlar.

Yedi tepeli kentte yaşadıkları akıllarına gelir. Tünel'deki Apostol'un yerinden bahsederler. O ufacık ama ünlü meyhanede yaşadıkları unutulmaz akşamlar gelir akıllarına. Hatta, Paraları olmadığı zaman nasıl meyhaneciye “yaz hesaba” dediklerini hatırlarlar. Bazen o küçük piste fırlayıp Rumeli havaları eşliğinde zeybek oynadıkları bile gelir gözlerinin önüne.

Atatürk keyiflenir, sanki hastalığını unutmuş gibidir. Kısa bir sessizlik olur. Nuri Conker, aklına geleni hemen söyler: “İster misin Mustafa, atlayıp trene gizlice İstanbul'a gidelim, önce Boğaz'da gezeriz, sonra ver elini Beyoğlu, Apostol'a uğrarız kimse görmeden döner geliriz.” Gazi, çok sevinir, gözleri ışıldar; “Nasıl yaparız ki Nuri?” der. Nuri Conker kararını vermiştir; her şeyi ayarlar. İstiklal Savaşı'nda orduya cesaret vererek Conkbayırı'nın alınmasının mimarı bu kahraman asker için İstanbul operasyonu, çocuk oyuncağıdır.

Nitekim, İstanbul Ekspresinden üç kompartıman alınır. Gece trene binilir; kimsenin ruhu bile duymaz. Hafiften de olsa tanınmamak için kıyafetler değiştirilir. Kaçakları! Haydarpaşa'da Conker'in bir arkadaşı karşılar. Sonra? Ver elini Boğaziçi. Gezerler, yürürler, denizi seyrederler. Boğaz havasını ciğerlerine çekerler. Sonra istikamet Beyoğlu. Tünel'e gelince de doğrudan Apostol'un yerine giderler. Akşamüstünün tüm güzelliği örtmüştür İstanbul'u. Saat 17.00olmuştur bile. Meyhanenin müdavimleri yavaştan gelmeye başlar.

Meyhane'nin sahibi Apostol bir ara Nuri Conker ile göz göze gelir şimşek çakar kafasında. Tanımıştır, gelenleri eski müşterisi Atatürk'ü ve dostunu. Çok sevinir ama Nuri Conker hemen uyarır; “Sakın bozma” der ve ekler: “Eskisi gibi davran, gelenleri de çevirme, sadece bizimle garsonlar hariç, kimse fazla ilgilenmesin, hafifçe demlenelim.”

Akşam ilerlemekte, keyif ise artmaktadır. Mustafa Kemal ise gençlik günlerine döndüğü için çok mutludur. Bir ara merak edip, Nuri Conker'e de sorar: “Galiba bizi hiç kimse tanımadı!” Nuri Bey'in tek endişesi içeriye girip çıkan birilerinin dışarıda bu olaydan söz etmeleridir. Apostol güvence verir, “Sen merak etme Paşam.”

Artık sıra Rumeli türkülerine, çalmaya oynamaya gelmiştir. Tavernanın her köşesi, şarkı ve türkülerle çınlamaya başlar. Hatta, Atatürk bile dans edip, türkülere eşlik eder. Kuşkusuz Gazi Mustafa Kemal, oyunu sezmiş ama artık o da bozmayıp, eğlenmeye devam eder. Aslında, kadim dostu Conker'in kıyağının farkındadır. Dostluk da zaten bu değil midir?

Ayrılma zamanı gelmiştir. Haydarpaşa'dan trene binilecektir, erken kalkmak gerekir. Ayağa kalkar Mustafa Kemal. Madem (!) kimse onu tanımamıştır, o da kapıya yönelir. Arkasından bağırır Apostol: “Mustafa hesabı ödemeden nereye gidiyorsun?” Gazi, döner ve şöyle der: “Yaz hesaba bre Apostol.” Birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar. Bu arada bütün taverna ayağa kalkar ve dinmeyen alkışlar. Tavernadakiler hep bir ağızdan bağırırlar: “Bizim Mustafa, seni bırakmayacağız ama sen de bizi bırakma, daha sık gel.”

Cumhuriyeti kuranların önce insan olduklarını hiç ama hiç unutmayalım. Mustafa Kemal’den başka, halkıyla iç içe yaşamış başka lider var mıdır? Bu vatan için hayatlarıyla bedel ödeyen tüm şehitlerimizi minnetle ve şükranla anıyorum. "Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır" diyen Mustafa Kemal Atatürk ruhu ile nice yüz yıllara…

Sağlıcakla…

Damga Gazetesi’nden alıntıdır.