Cumhuriyet, bundan tam 101 yıl önce çağımızın evrensel değerleri ile bütünleşen, çalışan, bilgi ve düşünce üreten, ulusunu seven, ülkesini yücelten kadın ve erkek tüm bireyler için yola çıkmıştır. Ne yazık ki yüz birinci yılımızda bu değerler çok gerilerde kalmış görünmektedir. MÖ 500. yıllarda yaşayan düşünür Perikles şöyle demiştir; “Toplumsal olaylara duyarlı yaklaşmayan, ilgi ya da tepki göstermeyen kişiler; sadece işleri ve güçleri ile uğraşan, kendi halinde yurttaşlar değil; hiçbir işe yaramayan insanlardır!”

Bugün bizler işte böyle bir ortamda Cumhuriyet tarihine bakıp yokluklar içerisinde bir ulusu yeniden var etmenin koşullarını muhakkak hatırlamalıyız! Günbegün çalışılarak yeniden sahip olunan limanlar, işletmeler, ekonomik kazanımlar. 1923’ün getirdiği aydınlanmayla elde ettiğimiz özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra kazanılan çağdaş, evrensel değerler ve daha niceleri…

Sonra, ‘özelleştirme’ adı altında, ‘bin bir güçlükle verilen bağımsızlık savaşıyla elde edilebilmiş bu ulusal değerlerin’ pazarlanmaları, satılmaları, yok edilmeleri, Cumhuriyet idealine, Atatürk felsefesine karşıt, sömürge güçleri ve uzantılarıyla yitirilen çağdaş değerler ve ulusal bilincimiz!..

Laik Türkiye Cumhuriyeti yasalarınca yasaklanmış olan tüm başta ılımlı görünen köktenci tarikatlar, cemaatler; siyasetçilerin ve liberal kadroların gayretiyle güçlenip, 21. yüzyıl Türkiye’sinde yeniden başrollerine uygun haince işlere giriştiler!..

Toplum, hepimizin gözleri önünde, cehaletin, kabalığın, dinciliğin, gericiliğin kıskacında ve baskısında medyanın ve siyasetçilerin desteği ile epeyce geriledi, sindirildi ve susturuldu. Geleceğimizin vizyonu giderek endişe ve karanlıklarla örülmeye başlamışsa, o zaman sizce ne yapmalıyız? Bin bir çekince ve korku içerisinde suskun, Cumhuriyet idealinin, Atatürk ve ilkelerinin her gün yeni bir saldırıya uğradığı günleri yaşamayı sürdürecek miyiz?..

Düşünün bir kere; Sizler Avrupa’da ya da Amerika’da tarihe mal olmuş bir kahraman hakkında böyle konuşabilir misiniz? Almanya’da, İngiltere’de, bir Batı ülkesinde ülkelerinin kurucu ya da kurtarıcılarına karşı kin ve nefret besleyen insanları, toplum asla affetmez ve içlerinde barındırmaz. Kimse de buna zaten cesaret edemez. Batı’da mahalle aralarında, saklı yuvalarda çocuklarına yönetime karşı eğitim veren hainler hiç barındırılır mı, hiç yaşatılır mı? Ama Bizler yaşatıyoruz, hatta daha da büyütüyoruz, güçlenmelerine izin veriyoruz.

Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde emperyalist güçlerin yanında, en az onlar kadar Atatürk’e ve Cumhuriyet’e düşman olan dinci güruhun yarattığı irticanın, 2024 Türkiye’sinde siyasetçiler eliyle TBMM’ye taşındığını herhalde görmeyen, gözlemeyen yoktur. Ancak maalesef hiç kimsenin gücü bu koşulları değiştirmeye yetmiyormuş gibi görünmektedir. Ama kanımca gerçekte sorun gücün yetmemesi değildir, aksine ulusal anlamda iradenin ve isteğin olmaması ya da eksikliğidir. Eğer bizler toplum olarak bu türden çok önemli bir şeyin sorumluluğunu üstlenmeye hazır değilsek, hiçbir şeyi değiştiremeyiz!..

Ulu Önder Atatürk, 29 Ekim 1933 günü bakın şunları söylemiştir: “İdeal ele geçince ideal olmaktan çıkar, yaşanır bir şey olur. Bazı şeyler, kanunla, emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğunuz halde düzelmezler. Adam fesi atar, şapkayı giyer ama alnında fesin izi vardır. Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşmaz. Ama bazı insanlardaki görünmeyen zihinlerdeki sarıkları asla yok edemezsiniz. Çünkü onlar o zihniyetin içindedir. Zihniyet binlerce yılın birikimidir. O birikimi bir anda yok edemezsiniz, onunla boğuşursunuz. Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz ve sonunda başarılı olursunuz. Önemli olan boğuşmaktan yorulmamak, umutsuzluğa düşmemektir. Milletler böyle ilerler. Yorulan, umutsuzluğa kapılan yenilir. Biz biliyoruz ki inandığımız şey doğrudur, yenidir, ileridir. Öyleyse; eskiyi, geriyi, işe yaramazı mutlaka yeneceğiz demektir. Çünkü ilerlemenin başka çaresi yoktur. Yaşamak kanunu budur!..”