MİLLET FAKİR SİYASETÇİ ZENGİN OLURSA

Türkiye, sadece geçen yıl yani 2022’de 110 milyar dolar dış ticaret açığı verirken, enflasyon üç haneli rakamlarda seyrederken, hayat pahalılığı, yoksulluk, işsizlik halkın belini olabildiğince ve acımazsızca kırarken, bankacılık sektörünün kâr oranı, önceki yıla göre yüzde 366’lık artışla, 433 milyar lira olmuş iken bu ortaya çıkan tablo, ne denli çarpık bir siyasal, ekonomik, toplumsal düzende yaşadığımızı göstermemekte midir?.

Bence göstermektedir. Haksız mıyım, yanılıyor muyum yoksa!.

Gösterdiği için de toplumun, geniş kitlelerin, eli nasırlı emekçi, işçi kesimin, yoksul köylülerin gündeminde ekonomi dışındaki konular, beklenen, istenilen, görmesi gereken ilgiyi ne yazık ki görmemektedir. İşte o nedenle siyaseti toplumsallaştırmak, toplumu siyasallaştırmak için politikacıların daha çok çabalaması, meslek kuruluşlarının, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin daha çok çalışması, aydınların, bilim insanlarının daha çok uğraşması gerekiyor. Bunu yapmak kolay mıdır? Hiç kolay değildir. Çünkü bu sözünü ettiğim çarpık yapı, toplumsal değerleri, en temel ahlaksal ilkeleri, yüzyılların birikimi olan ve sahiplenilmesi gereken gelenekleri, aile yapısını, dostluk, arkadaşlık ilişkilerini, dürüstlüğü, vefayı, erdemi de zayıflatmaktadır. Çünkü bu yapı emeğin, alın terinin yüceliğini de kanımca örselemektedir. Çünkü bu yapı siyasetin varlık nedenini çürüttüğünden, siyasetin finansmanını kirlettiğinden, siyaseti ve siyasetçiyi de ne yazık ki yozlaştırmıştır. O nedenle siyaset, vakti ve nakdi bol olanların, büyük sermaye başta olmak üzere her türlü güç odağıyla, her türden ilişkiye girdikleri bir uğraş olarak öne çıkmaktadır. Nitekim Meclis’teki müteahhit sayısıyla sendikacı sayısı, holding yöneticisi sayısıyla öğretmen sayısı karşılaştırıldığında açıkça bu durum görülmektedir. O nedenle siyasetçilerin mafya babalarıyla yakın ilişkilerinin olması, iş takibi yapmaları, ihalelerde aracılık, komisyonculuk gibi işlere bulaşmaları, siyaseti bir zenginleşme yolu olarak görmeleri, koltuk uğruna düne kadar tam karşısında oldukları partiye girmeleri kimseyi şaşırtmamaktadır. Sağda ve solda, Bu durumun iktidarda ve muhalefette örnekleri epeyce çoktur. Parti genel başkanları da bu durumdan çok memnunlardır. Seçim Kanunu, Siyasal Partiler Kanunu zaten onların elini güçlendiriyor. O yüzden parti örgütlerinin halka açılması, demokratikleştirilmesi, her anlamda üyesine, örgütüne dayanan ve güvenen şeffaf, katılımcı, müzakereci bir örgüt yapısının oluşması, adayların, tüm üyelerin katıldığı önseçimlerle belirlenmesi hiç işlerine gelmemektedir. Onların her zaman ve her koşulda bir mazeretleri vardır. O yüzdendir ki, her seçim öncesinde bir bahane bulmaktadırlar. Bu yüzden milletvekilleri de ne denli devrimci, demokrat sözler ederlerse etsinler, ne kadar milliyetçi, muhafazakâr olduklarını söylerlerse söylesinler, aday olmak için genel başkanın iki dudağının arasına bakmaktadır. Bu da onları kaçınılmaz olarak ne yazık ki, kimliksiz, kişiliksiz yapmaktadır. Bunun örnekleri çevrenize şöyle bir baktığınızda epeyce çoktur. Bu koşullar altında, değil daha köktenci, daha halkçı, toplumcu, kamucu, emekten yana talepleri dillendirmek, en basit, en sıradan demokratik talepleri dillendirmek bile zorlaşıyor. Liberal demokrasinin, parlamenter demokrasinin asgari koşullarını istemek bile epeyce çok olanaksızlaşmaktadır. O yüzden sıklıkla vurgulamak gerekiyor ki, kapitalizmde karlar özelleştirilip, zararlar kamulaştırıldığından siyasetçiler de geniş toplum kesimlerinin, emeğiyle geçinenlerin değil, kapitalizmin büyük aktörlerinin temsilcileri olarak görev yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu durumdan siyasetçilerin büyük çoğunluğu memnun durumdadır, kimse inkar etmesin gerçek budur!..