MESELE BAŞÖRTÜSÜ DEĞİL ASLINDA TÜRBANDIR!..

Önce mesele, sorun diye ortaya konulan şeyin adını doğru koyalım; Sorunun adı, ‘başörtüsü’ değil, ‘türban’dır. Veya halk arasında kimilerinin yaygın biçimde dediği gibi “sıkmabaş” dedikleri Müslüman Anadolu kadınının geleneksel başörtüsüyle uzaktan yakından hiç, ama hiç ilgisi olmayan bir örtünme biçimidir. Çünkü ‘başörtüsü’ yüzyıllardır Türkiye’de, özellikle köylerde, ama kasabalarda ve kentlerde de, kadınların genellikle evden dışarı çıkarken, bazen evin içinde de başlarına örttükleri şekli yöreye göre değişen bir örtüdür. O yazma, yemeni, tülbent, eşarp gibi isimlerle anılan çeşitleri de olan geleneksel bir başörtüsüdür. Anadolu kadınları yüzyıllardır bunu serbest bir biçimde başlarına bağlayıverirler. Hatta konuşurlarken, kendilerine çeki düzen vermek için, geriye kayan başörtülerini zaman zaman elleriyle öne doğru düzeltirler de.. Ben bu kültüre sahip geniş bir ailede yetiştiğim, sonra da bu konularda kendi çağımda sosyal araştırmalar yaptığım için bunları bizzat gözlemleyerek öğrendim. Buna karşılık adına ‘türban’ denilen nesne saçın önce ‘bone’ denilen bir takke ile kapatıldığı, onun üzerine boyun kısmı özel biçimde bağlanan bir örtünün örtüldüğü, bonenin alnı kapatan kısmının örtünün altından göründüğü, genellikle arka tarafı da topuz biçiminde özel olarak şekillendirilmiş bir örtü biçimidir. Bu başını örtme biçimi, 1950’li hatta 60’lı yıllarda Mısırlı Arap asıllı modacı bir kadının İtalya’da başlattığı ve tüm Avrupa’ya kısa sürede yayılan ve yaygınlaşan popülist bir başını örtme biçimi/modası haline geldi. Daha sonra ise 1970’li yıllardan başlayarak 80’li ve 90’lı yıllarda siyasal İslamcı kadınların ideolojik simgesi haline geltirildi. Şunu anlatmaya çalışıyorum; Başörtüsü kullanmak Anadolu’daki Müslüman Türk kadınının geleneksel bir tavrıdır, göreneğidir. Türban ise düpedüz Siyasal İslam’ın bir simgesi olarak yaşamımıza ne yazık ki, girmiştir. Dolayısıyla sorun geleneksel bir ‘başörtüsü’ kullanma sorunu olarak değil, Siyasal İslam ideolojisinin simgesi haline getirilen ‘türban’ kamu hizmeti yapan kadınlar tarafından kullanılmak isteme sorunu şeklinde toplumsal hayatımıza sokulmuştur. Kanaatim odur ki, hem kadını ikinci sınıf olarak gören ve örtmek isteyen erkek egemen kültür tarafından hem de Siyasal İslam düşüncesini toplumsal ve kamusal yaşamda görünür ve egemen kılmak isteyen ‘dini siyasal olarak istismar eden politikacılar’ tarafından emperyalist ve küresel dış güçlerin desteğiyle ülkemizde sorun haline getirilmiştir. ‘Türban’ adı verilen baş örtme biçimini güya İslam adına savunanlar öteden beri bunun ‘Allah’ın emri’ olduğunu iddia ederler. Buna karşılık Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve AK Parti’nin ilk iktidar döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bağlı olduğu Devlet Bakanlığı yapmış olan Prof. Dr. Mehmet Aydın gibi ilahiyatçı din bilgileri Kuran-ı Kerim’de böyle bir emrin olmadığını ısrarla ifade etmişlerdir. Özetle söylemek gerekirse ‘Türban’ sorunu denilen sorun kesinlikle ‘Başörtüsü‘ sorunu değildir. Şu anda artık adına ‘başörtüsü’ denilen ama bana göre aslında adı ‘Türban’ olan baş örtme biçimi Türkiye’de, bütün kamu kuruluşlarında, hem de ‘siyasal simge’ olarak kullanılması sakıncalı olan yargıda, güvenlikte, askeriyede ve eğitimde bile serbestçe kullanılmaktadır. Dolayısıyla iç politikada adına “türban/başörtüsü” ne derseniz deyin siyasal tartışma gündeminden çoktan düşmüş, düşürülmüştür. Üstelik iç politikada, geçim, açlık, işsizlik, enflasyon, baskı, sosyal medya sansürü, yağma ve yolsuzluk gibi çok daha önemli sorunlar, sıkıntılar vardır, ‘kabak gibi’ ortada durmaktadır. Benim kızdığım, tepki gösterdiğim, günlerdir, yazarak sizlere anlatmaya çalıştığım şey aslında şudur; Esasen adı ‘Türban’ olan ve şimdilerde artık çoktan sorun olmaktan çıkarılmış, böylesine bir konuyu, üstelik ‘Başörtüsü’ adıyla meseleyi tekrar sorun haline getirebilecek biçimde bir isimle betimleyerek, dış dünya ile dış dünyanın Türkiye’deki yansımaları bakımından da yanlış bir zamanlamayla gündeme getirmek, en safça ve de en kibar ifadeyle ‘ABESLE İŞTİGAL’ bir durumdur..

 Son kez bu konudaki ilke ve görüşlerimi maddeler halinde sizlere ifade ederek yazımı sonlandırmak istiyorum;

1) Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde herkes istediğine inanmakta veya hiçbir şeye inanmamakta özgürdür, serbesttir.  2) Hiç kimse inancını açıklamaya zorlanamaz ve inancından ya da kimliğinden dolayı ayrımcılığa kesinlikle tabi tutulamaz. 3) Kadınlarla erkekler, bu ülkede her türlü temel hak ve özgürlükler açısından eşittirler, Eşit olmalıdırlar. 4) Kadınlar ikinci sınıf vatandaş veya erkeklerin malı değildir, belli biçimlerde giyinmeye ya da örtünmeye zorlanamazlar.  5) Belli bir inancı veya bir kimliği belirten hiçbir siyasal ve ideolojik simge, kamu hizmeti verenler tarafından, devletin kimlikler ve inançlar karşısında tarafsızlığını temsil ettikleri için, kullanılmamalıdır. 6) Kamu hizmeti alan ya da almayan, alamayan yurttaşlar, elbette yasalara aykırı olmamak kaydıyla, istedikleri simge ve sembolleri istedikleri yerlerde suiistimal etmemek (kötüye kullanmamak şartıyla) kullanabilirler..