1930 yılının 23 Aralık Perşembe günü, İzmir Menemen ilçesinde yaşanan gerici ayaklanması, yani kalkışmasında Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın hunharca katledilerek şehir edilmesinin yıldönümüdür. O nedenle bugün sizlere Araştırmacı-Yazar Osman Selim Kocahanoğlu’nun konuya ilişkin kaleme aldığı makalesinden alıntıladığım bilgileri değişik kaynaklardan derlediğim diğer bilgilerle birlikte harmanlayarak sunacağım. O tarihte sahte peygamberler, sahte Mesih ve Mehdiler, başı kesilen şeyhler görülmüştür ama 1930’da Menemen olayına kadar böylesi korkunç bir olay yaşanmamıştı. Örneğin Osmanlı döneminde yaşanan Kabakçı Mustafa isyanında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın cesedi yerlerde sürünmüş ama başı kesilmemişti. 31 Mart’ta Asar-ı Tevfik zırhlısı süvarisi Binbaşı Ali Kabuli, Abdülhamit’in gözleri önünde linç edilmiş ama başı kesilmemişti. 23 Aralık 1930 Salı günü, insanlık tarihinin en hunhar cinayetlerinden biri Menemen’de işlendi. Sekiz sene önce Yunan işgalinden kurtulan Menemen’de öğretmen ve Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay başı kesilerek şehit edildi. Kubilay da başını kesen Derviş Mehmet de Girit göçmeni, yoksul aile çocuklarıydı. Kubilay 24, Derviş Mehmet 34 yaşındaydı. Birbirini tanımazlardı. Derviş Mehmet köylerde bağ bahçe işlerinde amelelik yapardı. Çatışmada öldürüldüğü için bir fotoğrafı bile yoktur. Sadece yakasına iğnelenmiş Şeyh Hafız Ahmet’in üç köşeli “Mehdiye kurşun işlemez” muskası bulunmuştu. Derviş Mehmet’i bu yola sürükleyen belki de hurma kültürünün Mehdilik hezeyanlarıydı. Kubilay Cumhuriyet ülküsünün, Derviş Mehmet Mehdilik hezeyanının sembolüydü adeta. Baş kesmek, yol kesmek, kol kesmek, kurban kesmek, ağaç kesmek, bir kılıç darbesiyle kırk kelle uçurmak Anadolu kültürünün Battalgazi destanında okuduklarıydı. Şimdi de bir kesikbaş efsanesi Menemen’de yaşanıyordu. Kubilay Girit’ten İzmir’e göçen yoksul bir aile çocuğu idi. 1906 yılında doğmuştu. Adını Mustafa Fehmi koymuşlardı. Bursa Muallim Mektebi’ni 1926’da bitirip öğretmen olmuştu. Türk ocaklıydı, Kubilay adını kendi almıştı. Menemen’de yedek subaydı. Aralık 1930 Salı günü Derviş Mehmet ve üç yoldaşı Bozalan köyünde esrarla motive olmuşlardı. Mübarek Şaban ayının üçüncü günüydü. Derviş Mehmet, dört yoldaşıyla Menemen’de bir Mehdilik gösterisi planlamıştı. Müftü Camii’nde az sayıda cemaat vardı. Derviş Mehmet, “Aziz cemaat ben Mehdi’yim, dinimizi korumak için buraya geldim” diyerek, mihrabın yanındaki sancağı alıp dışarı çıktı. Tekbir sesleriyle cemaati ve orada toplanan kalabalığı sancağın altına davet ediyordu. Menemen’deki alay komutanı, bunları dağıtmak için Kubilay’ı görevlendirmiş, o da bir manga askerle meydana gelmişti. Mangasını bir yana koyarak tekbir getiren Derviş Mehmet’in yakasına yapıştı.” Siz kimsiniz? Haydi dağılın bakalım!..” Derviş Mehmet “Ben Mehdi Mehmet’im be adam, sen kim oluyorsun? Diye yanıt verdi küstahça!..
Kalabalıktan açılan ateşle yaralanıp yere düşen Kubilay, sürüne sürüne Müftü Camisi önündeki merdivenlere gelebildi. Avının yerde çırpındığını gören Derviş Mehmet, torbasından çıkardığı tırtırlı bağ bıçağıyla Kubilay’ın boğazını bir koyun gibi keserek başını gövdeden ayırdı. Avının kesik başını, caminin önündeki şimşir taşa vurarak kanını silkeledi. Kesik başı yeşil sancağa takarak tekbir getirmeye başladılar. Menemen olayını anlamak için Derviş Mehmet ve beş meczup arasından suçlu aramak yetmez; Onları Mehdilik hezeyanına sürükleyen zihinsel serüven bence iyi okunmalıdır. Saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş, hilafet kalkmış, 1925’te tarikatlar kapatılmıştı. Medrese ve tarikatlar desteksiz ve işlevsiz kalmıştı. Şirke bulaşmış bu çağdışı yapılar her fırsatta Cumhuriyet’e nefret kusuyordu. 15 Haziran 1926’da İzmir’de Atatürk’e bir suikast girişimi olmuş, 19 kişi 13 Temmuz’da asılmıştı Bu suikasttan dört sene sonra da bu facia ortaya çıkmıştı. Hakimiyeti Milliye gazetesi olayın arkasında olanları işaret ediyordu: “Tekkeleri kapadık fakat dervişler yaşıyor! Medreseleri kapadık, halifeliği kovduk fakat saltanatın nimetleri hâlâ zihinlerinde. Şapkayı giydirdik fakat hâlâ bizi tekfir ediyorlar.” Hilmi Ziya Ülken, Yunus Nadi ve Hamdullah Suphi dönemin aydınları olayı milli bir Kerbela görüyor, Necip Fazıl, Hakimiyeti Milliye gazetesinde yeşil irticanın kanını kurutmalı diyordu, şu sözlerle: “Dünya kuruldu kurulalı bu kadar küçük bir hadise, bu kadar büyük bir baş doğurmadı. Ne 31 Mart ne Şeyh Sait isyanı, mahiyet ve ruh olarak Menemen hadisesiyle boy ölçüşemez. Mesul Derviş Mehmet ve avenesi değildir. İrtica buz dağları gibi suyun yüzüne sivri bir uç çıkardı. Mesul bu uç değil, buz dağının heyet-i mecmuasıdır. Bu ucu tepelemekle, hiçbir nişane bırakmamakla dağı kaldırmış olmayız. O dağı tuzla buz etmek lazım. Mesuller, suyun yüzüne çıkmayanlar, o birkaç kişiye sinsi sinsi omuz verenlerdir.” Necip Fazıl’ın cümlesi şöyle bitiyordu: “Gözüme görünen şeyi açıkça, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer inkılabı zayıf tutarsan, eğer inkılabın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin.” Bu satırların sahibi Necip Fazıl Kısakürek yıllar sonra Atatürk ve Cumhuriyet savunuculuğundan vazgeçip, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kimlik ve kişiliğini tam tersi görüş ve düşüncelere bürünüp irticanın koynuna bizzat kendisi sığınmış, yukarıda sizlerle paylaştığım o yazılarını da çöp sepetine atıp unutmuştur. Bu önemli hususu da burada özellikle belirtmek, anımsatmak istedim….
Tarikatlar kapatıldığı tarihte (1925) İstanbul’da 16 tarikat ve 438 tekke faaldi. Sadece İstanbul’da Nakşiliğin 60’dan fazla tekkesi vardı. Olguları hipnotize edip hurafeye güncellik veren bu yapılarda Kurtuluş Savaşı şöyle yorumlanırdı: “Büyük Zafer, Yunan hezimeti diyorlar. Bunların hepsi uydurmadır. Onların yaptığı nedir bilir misiniz? Avlunuza bir köpek gelmiş, siz de hoşt deyip kovalamışsınız, hepsi bundan ibaret.” Cahil ve aptal güruha hitap eden hurma kültüründen beslenen bu tür tarikatlar Kubilay’ın kesik başını hiç üzerlerine almazlar. Halbuki sinsi irtica yılanı Menemen’de bir öğretmenin başını keserek intikam almıştı. Derviş Mehmet, kavradığı taassup bıçağıyla tekbir getire getire avına saldırırken adeta Cumhuriyetin de boğazına sarılıyordu. Menemen olayının ardından bir divanı harp kurulup bir soruşturma başlatıldı. Manisa’daki emekli imam Rizeli Laz İbrahim’in, Erbilli Esat’ın bölge halifesi ve bazı müritlerin Esad Efendi’nin köşkünde misafir edildiği ortaya çıktı. Yargılanan 105 sanıktan çoğu beraat etti, 37 kişiye idam kararı verildi. Esat Efendi dahil 6 kişinin cezası yaş haddinden hapse çevrildi. TBMM tarafından 31 idam kararı onaylanarak 4 Şubat 1931 günü Menemen’de infaz edildi. Cumhuriyetin yasakladığı tarikatlar, günümüzde serbest bırakılmıştır. Medrese ve tarikatların karşı çıkmadığı, tek bir yenilik yoktur. Batı kilisesi kendi alanına çekildiği halde bunlar ortaçağ çukurundalar. Tarikat ve medrese kültürünün, sosyal hayata düzen verme, ileriyi geride arama, gerekirse kan dökme anlayışı değişmiş sayılmaz. Menemen’den 63 yıl sonra (2 Temmuz 1993) Madımak Oteli’nde, 33 aydının benzin dökülüp yakılması, Kerbela’dan farksızdır. Otel yakılırken yükselen şeriat çığlıkları toplum hafızasında asla unutulmamalıdır. 15 Temmuz FETÖ kalkışması da aynı kültürün devamıdır, kanaatini kuvvetlice taşımaktayım.
Yorum yapın