Benim gibi 36 yılı geride bırakmış, otuz yedinci yıla ‘merhaba’ demeye 5 aydan kısa bir süre kalmış ‘gerçek bir gazetecinin’ gazeteciliğin uzun bir süreç içinde yaşanarak, birikimler sonucu kurumlaşmış evrensel ilkeleri olduğunu bilmesi ve inanması gerekmektedir. Sözünü ettiğim bu evrensel çaptaki ilkelerin başında siyasal iktidarlardan ve güç odaklarından bağımsız davranabilme yetisini sahip olmak ve buna uygun davranmak ve tavır almak, o tavrı geliştirmek gelmelidir. Bu ifade ettiğim ilkesel durum ancak gerçek gazetecilerin düşünüp uygulayabileceği bir durumdur. Bu durum gerçekleştiğinde, hayata geçirildiğinde ancak o zaman basının asıl işlev ve konumu gerçek anlamıyla ortaya konulmuş olur. Çünkü günümüzde siyasal güç odakları, her zaman basın yayın organlarının ve gazetecilerin kendilerinden yana tutum takınmalarını bekler ve isterler. Çoğu zaman da bunu kimi ekonomik ya da manevi baskı biçimleri ve araçları aracılığıyla yaşama geçirmeye çalışırlar. Yazımın başlangıç bölümünde ifade ettiğim o ilkesel duruş gazeteciler tarafından eğer ortaya konulmaz ise basın ya da şimdiki adıyla medya, asıl işlev ve konumundan uzaklaşmış bambaşka bir seyir almış durumda farklı mecralarda karanlık ve dikenli bir yolda ilerliyor olur. Bu konuda örnek vermek gerekirse; haber kanallarını daraltma ya da kapatma, iletişimden uzak durma, ekonomik kimi yaptırımlarla basın-yayın organlarını baskılama en bilinen uygulamalardır. Böylesi durumlarda baskılara dayanamayıp yön değiştirenler olduğu gibi, kendiliğinden ya da kuruluş amaçları gereği işbirlikçilik yapanlar da öteden beri görülmüştür. Örneğin, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında, Anadolu’da Kuvayı Milliye ateşleri yanarken, İstanbul’daki işbirlikçi padişah ve hükümetleriyle işgalcilerden yana çizgi izleyen basın yayın organlarına ve gazetecilere “Mütareke Basını” adı verilmiştir. 1950-60 arası Demokrat Parti’nin iktidarını sürdürebilmek için toplumu cephelere ayırdığı, demokrasiyi rafa kaldırdığı dönemde, uygulamalarını desteklemek üzere ayrıcalıklı parasal destekler verdiği ve öne çıkardığı yayın organları, yazarlar ve gazeteciler “Besleme Basın” olarak adlandırılmıştır. ABD ve sömürgeci koalisyon ortaklarının, petrol çıkarları uğruna Irak’ı işgal ettikleri süreçte, bu emperyalist saldırganlığı övmek üzere kullanılan gazetecilerin tutumları ‘embedded journalism’ yani ‘iliştirilmiş gazetecilik’ olarak basın tarihine geçmiştir. Ülkemizde Turgut Özal’ın iktidarı döneminde kendine bağlı “Köşk gazetecileri” yaratılmıştır. 12 Eylül cuntası, Turgut Özal dönemi ve sonrası süreçte; basın alanının, gazeteci kökenden gelen gazete sahiplerinin elinden alınarak, doğası gereği kendi kârına ve çıkarına bakan işverenlerce, patronlarca tekelleştirildiği, gazete ve televizyon sahiplerinin büyük devlet ihalelerini almak için iktidar yanlısı gibi davrandıkları da bilinir.
En son örnek de özellikle 2018 genel seçimleri sonrası yoğunlaşan AKP’nin Saray’da tek adamlığa varan iktidarının yaptıklarını onaylamak ve parlatmak üzere kurgulanmış olan “havuz medyası” ve “yandaş basın” uygulamalarıdır. İktidarların kendi çıkarlarını korumak ve kollamak için yarattıkları bu tür gazetecilik modeline karşı, muhalefet de kimi zaman zorunlu olarak kendine yakın basın yayın organları yaratma ya da var olanları kendi yanlarında konumlanmalarını sağlama yoluna başvurmuştur. Nitekim çok partili sistemin başlarında Ulus, CHP’nin, Zafer de DP’nin yayın organı olarak görev yapmışlardır. Basın yayın organlarının kendilerine özgü genel yayın ilkeleri ve çizgileri vardır. Doğal olanı; iktidarda olsun, muhalefette olsun, her siyasi uygulama ve tutumlara, basın yayın organlarının kendi ilke ve çizgileri çerçevesinde bakmalarıdır. Burada önemli olan, habercilikte nesnel davranılması, yorumda ise yazarların yazılarını basın yayın organının genel yayın ilkeleri çerçevesinde özgürce yazabilmeleridir. Öbür türlüsü, tarihte adlandırıldığı gibi besleme basın, iliştirilmiş basın ya da yandaş basın konumuna düşmek anlamına gelir. Gazeteler ve televizyonlar esasen nesnel haberciliğin birer simgesi olmalı, o gazeteler ve TV’lerde yer alan yazar ve yorumcular siyasi görüşleri ne olursa olsun temel Atatürk’ün ‘Cumhuriyet’ felsefesini izlemelidirler. Böylelikle onlar ülkenin siyasal yaşamında, yorumlarında özgür olurlar. Gazeteciliğin evrensel kuralları gazete ve televizyonların esas olarak genel yayın çizgisini oluşturmalıdır. Bu yazdıklarım doğru olan, asıl olan, olması gerekendir aslında ama günümüzde tüm bu yazdıklarımı okuyunca hayal gibi geliyor değil mi?..
Yorum yapın