Yaşı benim gibi 55’in üzerinde 60’ına epeyce yaklaşmış olanlar sanırım hemen anımsayacaklardır, bir zamanlar Mümtaz Soysal adında uluslararası üne sahip bir anayasa profesörümüz vardı. 90’lı yıllarda kısa bir dönem Dış İşleri Bakanlığı da yaptı. Bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin mevcut halen yürürlükte olan Anayasası’nı yazan adamdı Mümtaz Soysal hocamız…

 İşte o Mümtaz Soysal, yıllar önce ‘ANAYASA’ odaklı, ana temalı kaleme aldığı köşe yazılarının birinde şöyle diyordu; “Türkiye daha bu konuyu uzun süre hararetle tartışacaktır. Laiklik Türk demokrasisinin en kritik sorunudur!” Bence de Mümtaz Soysal hocamız son derece haklıydı o sözlerinde, o görüşlerinde…

Hele ki, ‘Siyasal İslam’ın bu denli filizlenip kendini gösterdiği, epeyce kök saldığı bizim gibi ülkelerde ‘laiklik karşıtı kitle ve kesimler’ boş buldukları alanı kolayca terk edecek görünmüyor aksine iyice kök salıyor, yerleşiyorlar. Aslında bu türden ‘sorunsal tartışmalar’ yalnızca İslam inancını taşıyan toplumlarına ait değildir.

‘DEMOKRASİ’ söz konusu olduğu zaman toplumun ortak yaşam alanlarından elini çekmesi gereken dogmatik din olgusunun, buna bir türlü gönül rahatlığıyla yanaşmak istemediği gerçeği, hayatın içinde daima karşımıza çıkmaktadır.

Bu durumda ise ‘DEMOKRASİ’ çok büyük ölçüde ana teması ‘din ve vicdan özgürlüğü’ olan ‘LAİKLİK’ olmadan zaten olamaz, olsa da yaşayamaz, kanısındayım. Bu durum bence de bir anlamda ‘laiklik; demokrasinin olmazsa olmazıdır’ aslında…

Türkiye ’LAİKLİK’ ilkesinin anayasasında yazılı olduğu dünya üzerindeki üç (3) ülkeden biridir. Anayasa profesörü Mümtaz Soysal’ın da öngördüğü gibi ‘LAİKLİK’ uzun yıllar bu türden tartışmaların odağı olmuştur, bu gidişle de olmayı sürdürecektir. Şu anda da her şeyi ile ayrı bir tartışma konusu haline getirilmiş olan ‘CUMHURİYET’ kavramının en sıcak çatışma alanı haline gelmiştir.

Sanayi Devrimi’ni bir türlü yakalayamamış, ıskalamış olan Türkiye’nin ‘Rönesans, Reform ve Aydınlanma Devrimleri’ yaşanmadan gündeme getirilmiş olması topluma sarmal biçimde ‘EGEMEN’ olan din faktörünün ‘CUMHURİYET’ değerlerine toplumsal yaşamın tümünü kontrol etmek amacıyla itiraz etmesi, yani karşı çıkması elbette kaçınılmaz bir durumdur. Bu durum, sadece hayatın tümünü kontrolde tutmak, denetlemek iddiasında görünen ‘SİYASAL İSLAM’ anlayışında olan kesimlere özgü de değildir.

DİN; tarih boyunca bakıldığında hiçbir yerde ‘sivil yaşam’ üzerindeki egemenliğinden vazgeçmeyi itiraz etmeden kabullenmemiştir. Örneğin; Avrupa’da Kilise ile sivil toplumun yüzyıllar süren mücadelesinde, bazı toplumlarda kilise dirençli çıkmış ve sivil otorite üzerindeki kontrolünden kolayca vazgeçmemiştir. Bir ülkede eğer ‘Laiklik’ mevcut değilse o yerde ‘demokrasi’ de yoktur, demektir. Demokrasinin özü, düşünce ve inanç özgürlüğü olduğuna göre ‘LAİK DÜZEN’ dinin temellerini ne göz ardı eder ne de doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla ‘din karşıtı değil din dışı, din ile ilgilenmeyen, din ile her ikisinin de kendilerine ait sorumluluk alanlarıyla uğraşmak güdümünde olan da asla değildir. O dinin varlığıyla ilgilenmez.’

Yalnızca kendi yetki alanına giren sivil yaşamın müdahalesine karşıdır. Yani ‘LAİK DÜZEN’ din ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu herkes adına üstlenir.

Eğer ibadet özgürlüğü sınırlanıyorsa orada laiklerin ciddi itirazlarıyla karşılaşması gereklidir. Belki anımsayacaksınız: ‘Bir zamanların saçma sapan sorularından biri olan; önce laiklik mi yoksa demokrasi mi?’ Sorusunun mantık süzgecinde bakıldığında bence hiçbir bir anlamı yoktur. Eğer laiklik yoksa ve herhangi birisi tarafından yok ediliyorsa devletin derhal duruma el koyarak o karşıt müdahalenin men edilmesini sağlamak görevidir aslında laikliğin mevcut olduğu düzende!..

O açıdan bir zamanlar kimi solcuların, sosyal demokratların, daha doğrusu demokratik sosyalistlerin bazen dillendirdikleri şu ifadeleri hemen akla gelmektedir: “Biz de laiklikten yanayız ama din ve vicdan özgürlüğüne saygılı laiklikten!”

Sanki din ve vicdan özgürlüğüne saygısız bir laiklik anlayışı varmış, olabilirmiş gibi söylenir bu söz, slogan gibi…

Aslına bakarsanız bir türlü ‘DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGILI’ olmayan sözde ve görünüş ve davranışlar ile yapılan uygulamalar zaten ‘LAİKLİK’ değildir. Gerçek anlamda ‘LAİK DÜZEN’ devletin dini inançların her birine eşit mesafede bulunması ve bunlar arasında birinin veya birilerinin diğerlerinin özgürlüğüne karışmasına izin vermemesi, yansızlık/tarafsızlık içinde olmak ya da kalmak yalnızca buna saygı göstermek, bir başka ifadeyle inançların tehdit altında olması karşısında hareketsiz kalıp duruma müdahale etmemek, laik düzenin gereğini yerine getirmemek durumunda da laiklikten hiç söz edilemez, kanaati hatta inancındayım. O nedenle bir kez daha ifade ediyorum; Laiklik olmayan ülkelerde kesinlikle tam anlamıyla demokrasiden söz edilemez!