Türkiye’de bazı çevreler son yıllarda laikliğe eleştirinin dozunu artırdılar. Laikliği “dinsizlik, Allahsızlık, din düşmanlığı” gibi göstermeye başladılar. İşin doğrusu; Laiklik, devletin dine karışmaması, dininde devlet işlerine karışmamasıdır. Bunun en basit anlamı: Dini her türlü yozlaşmadan uzak tutmaktır. Din, siyaset ve devlet işleri birbirine karıştırılırsa işin içine siyasal çıkar hesapları girer, iktidar hesapları girer. Böylece din, siyaset ve çıkar hesaplarına alet edilmiş olur ve yozlaşır. Tarih boyunca Anadolu’da İslam’ın iki kolu vardır; Bunlardan birincisi Orta Asya’dan başlayıp Anadolu’ya uzanan Ahmet Yesevi kolu, ikincisi İmam Gazali koludur. İmam Gazali’nin katı, ödünsüz İslam yorumuna karşın, Hoca Ahmet Yesevi kolu daha hoşgörülü, daha insancıl, saygı, sevgi temeline dayanan bir din anlayışını örnekler. Ortadoğu’daki bazı Müslüman toplumlarında İslam, Allah sevgisine değil, Allah korkusuna dayandırıldı. Allah korkusu da despotik rejimlere yol açtı, açıyor da. Türkiye’de ise İslam anlayışı, inancı, Arap milliyetçiliğinin ve Arap kültür hegemonyasının (egemenliğinin) örtüsü gibi kullanan bazı sapkın ve cahil ulema takımının ve tarikatların etkisi altıdadır öteden beri. Dünya üzerinde tarih boyunca ve günümüzde “İslamiyet kadar, kendi mensup ve yöneticileri tarafından tahrip edilen ve soysuzlaştırılmak istenen başka bir din yoktur. Ulema sınıfı, yüzyıllar boyu din hükümlerini, siyasi iktidarların ve kendi çıkarlarının doğrultusunda kullanmışlardır. Din, asıl amacından uzaklaştırılmış; korku ve manevi baskı rejimi halinde çeşitli çıkarlara alet edilmiştir.” Dışarıdan ve içeriden aldıkları her türlü destekle laik düzeni yıkmak ve yerine dine dayalı bir diktatörlük kurmak isteyen ve halkımızın dinsel inançlarını sömürenler saldırılarını artırmışlardır. Siyasal İslamcılar yani dinciler, bilhassa 1950’den sonra başlatılan süreç içinde Cumhuriyet değerlerine ahlak, vicdan ve din dışı saldırılarını günümüze dek sürdürmüşlerdir. Laik anlayış da Allah ile insan arasına, kişi ya da kurum olarak aracı girmez. Toplumları insan hakları ve demokrasiden yoksun, geri kalmışlığa, mahkûm edenler olsa olsa o dinlerin uygulayıcıları, devletleri yönetenler ve politikacılardır. Din Allah ile kul arasındaki manevi bir bağdır. Devlet düzeni ise hukuksal bir tüzel kişiliktir. Bu nedenle din kişiye özeldir, devletin dini olmaz. Laiklik, dünyamızın çağdaş yaşam koşullarını kapsayan, insan akıl ve mantığının ürünü olan kurallar bütünüdür. Bu kurallar dinle doğrudan ilgili olmadığı gibi asla dine karşı da değildir. Tam tersine, laiklik, bir yönü ile din ve vicdan özgürlüğünün yanı sıra onun yadsınamaz güvencesidir.

Burada aslında amaçlanan barışçı, eşitlikçi kendi içinde ve demokrasi üzerinde uzlaşabilmiş adaletli bir toplum oluşturmak olmalıdır, diye düşünüyorum.