KUVAYI MİLLİYE ULUSAL GÜCÜMÜZDÜR

 Bugünün Türkçesi ile ‘Ulusal Güç, Kuvayı Milliye’ tam anlamıyla bir ulusun bütün varlığıyla ortaya koyduğu gücün adıdır. Kuvayı Milliye sadece “Ulusal Kurtuluş Savaşımızın silahlı gücü” değil, onu önüne alan, bütün varlığını seferber ederek kendini dünyaya kanıtlayan gücümüzün adıdır Bugünün “Kuvayı Milliyesi” yani ‘Ulusal Gücü’ olan bizler, hepimiz, vatanımızın her değeriyle birlikte görev başında olmalıyız. “Ulusal Güç olmanın bilinci” ile varoluş ve dolayısıyla bağımsızlık savaşımızı sürdürüyor olmalıyız. Elbette ki bu savaşımızda Mustafa Kemal Atatürk, Başkomutanımız, barışta ise başöğretmenimizdir. Elbette ki askerlerimiz, erlerimiz; kurtuluş Savaşımızın adsız kahramanları, şehitlerimiz, gazilerimizdir. Elbette ki subaylarımız; Boyunlarında dürbünleri, kemerlerinde tabancaları, omuzlarında harita çantalarıyla yiğit subaylarımızdır. Elbette ki çocuklarımız; Yaşı tutsun tutmasın gönüllü askere yazılanlar, haber getirip götüren çocuklarımızdır. Elbette ki kadınlarımız; Cepheye mermi taşıyan, askere ekmek su getiren, evde bayrak diken kadınlarımızdır. Elbette ki erkeklerimiz; Yaşı tutanların cephede savaştığı, yaşlıların cephe gerisinde destek için koşuştuğu erkeklerimizdir. Atlılarımızın atları, yük taşıyan katırları, gücümüzün ortağı hayvanlarımızdır. 22 gün, 22 gece kıpkırmızı akan Sakarya Irmağımız, tepelerimiz, kanla sulanıp vatan yapılan topraklarımızdır. Ordularımıza yol veren ormanlarımız; Hemen hepsi ‘Ulusal Gücümüzdür’ tamamı bugünün ‘Kuvayı Milliyesidir.’ ‘Ulusal Gücümüz’ aslında ulusal servetlerimizdir. Hepsi bizim gücümüz, hepsi bizim ‘Kuvayı Milliyemizdir.’ Egemizin zeytini, üzümü, inciri, Bursa’nın şeftalisi, kestanesi, Adana’nın pamuğu, Antalya’nın portakalı, Rize’nin çayı, Giresun’un fındığı, Malatya’nın kayısısı, Gaziantep’in acı biberidir. Van’ın gölü, Karadeniz’in yaylasıdır. Trakya’nın ayçiçeği, Akdeniz’in ılık sularıdır. Yeraltı servetlerimiz; Demirimiz, kömürümüz, bakırımızdır. Yerüstü servetlerimiz; Topraklarımız, ekinlerimizdir. Bunların hepsi ‘Ulusal Gücümüzdür, Kuvayı Milliyemizdir.’ Anımsayacaksınız, 4 Eylül, Sivas Kongresi’nin yıldönümüdür. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın hedeflerinin birer birer belirlendiği anlamlı kongre: 4 Eylül 1919-11 Eylül 1919 tarihileri arasında Sivas’ta toplanmıştı. Sivas kongresi vatan topraklarının düşman istilasından kurtarılması mücadelesinin yapıtaşlarındandır. Bu kutsal savaşımızın yüz yıl sonrasında eski Meclis başkanlarında İsmail Kahraman, geçenlerde İstanbul’da düzenlenen bir sözde konferansta utanmadan böyle bir savaşın olmadığını yaşanmadığını söyleyebiliyor. Kahraman buna benzer sözleri belki anımsayacaksınız geçen yılda sarf etmişti. Yıllar önce de ‘Fesli deli Kadir’ namıyla tanınan Kadir Mısıroğlu “Keşke Yunan galip gelseydi” demiş, diyebilmişti. Bu haince inkar gayretlerinin nedeni ‘şeriat’ ile ’hilafetin’ kalkmış olmasıdır. Bu yobaz, bağnaz ve hain kişiler ile birlikte elbette onlar gibi düşünen onların ‘sözde dava arkadaşları’ da şeriat özlemi içinde yanıp tutuşmakta, 100. Yıl öncesinde olduğu gibi halife ile sultanın ülkenin başında olması yolunda bence çabaları sinsice, bir süredir de aleni biçimde sürdürmektedirler. İşte onun için de o yobaz hainler kendilerini halen yürürlükte olan anayasa, yasalar gibi yürürlükte olan kurallara asla bağlı saymazlar. Yaptıkları mücadele sözüm ona onlar için güya ‘cihattır’ Kazandıkları her şey ise onlar için ‘fetihtir.’ İktidar onlar için emanet değil, ganimettir.’ Her şey, hukuk, eğitim, ticaret, günlük yaşam bu amaçlara ulaşmanın yoludur. Bu uğurda yapılacak her şey ‘olması gerekenlerdir.’ Amaç; Atatürk’ün kurduğu ‘laik Cumhuriyeti’ ortadan kaldırmak, yerine teokratik faşist ‘din devleti’ kurmaktır. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere ‘Milli Mücadele’ bitmemiş, daha doğru bir ifadeyle 100 yıl sonra yeniden başlatılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki; Anlaşılıyor ki ‘Kuvayı Milliye’ yine vatana sahip çıkma görevini üstlenmiştir.

AMMA, aması şudur; Onlar tüm bu yapmak istediklerini asla yapamayacaktır. Buna yürekten inandığımı haykırarak belirtmek istiyorum. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti asla bir Ortadoğu şeyhliği, despot emirliği yapılamayacaktır. Demokrasi yolunda düşe kalka yürüyen Cumhuriyetimiz ne olursa olsun uygarlık yürüyüşünü sürdürecektir. Yazımın başından beri önem ve hassasiyetle belirttiğim ‘Kuvayı Milliye’ yani ‘Ulusal Güç’ bu karanlık ortaçağ dönüşümüne Türkiye’de asla geçit vermeyecektir!..