KUTUPLAŞMANIN SİYASİ GETİRİSİYLE EKONOMİK GÖTÜRÜSÜ NASIL OLUYOR?
Geçenlerde bir gazetede ülkemizde son yıllarda ve bilhassa 14 Mayıs’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri nedeniyle toplumda epeyce belirgin bir hal alan, epeyce yoğunlaşan siyasal kutuplaşmanın dolayısıyla ayrışmanın siyasal anlamda getirisinin elbette olduğu ancak ekonomik anlamda götürüsünün epeyce fazla olduğunu tescilleyen bir araştırma şirketinin verilerine ve o araştırma şirketinin kurucusunun analizlerine rastladım. Kısmen de olsa o araştırma şirketinin verilerine ve konuya ilişkin yorum ve değerlendirmelere bugünkü köşemde yer vermek istiyorum. Gündemdeki son gelişmeler, verilere dayalı analizlerle, siyasilerin gündem belirleyen açıklamaları ve bu açıklamaların toplum üzerindeki etkilerini değerlendirmelerini içeren alıntılanmış yazım özetle şöyle; Çağımız insanının aidiyet ve karşıtlık ilişkisi üzerinden sıklıkla duyduğu, önemsediği ve ne yazık ki benimsediği kelimeler olarak öne çıkmaktadır..
İster siyasette seçmen, ister ekonomide tüketici olsun herkes kutuplaşmayı besleyen, körükleyen, diri tutan her söylemi duymaya açık ve hazırdır. Her ne kadar kutuplaşmayı siyaset ile özdeşleştirsek de aslında tüketim tarafında da sıklıkla başvurulan ve sıklıkla sonuç alınabilen bir yol, yöntemdir. Kutuplaştırma var ise hızlıca yaratılan bir eko çember ve buna dahil olmuş bir kitle de var demektir. Kısa süre içinde bu eko çembere dahil olanlar, sadece bu çemberdeki sesleri duymaya, çember dışına ise kendini kapatmaya başlarlar. Çoğu zaman da bunu farkında olmadan yaparlar. Tüketim alanından vereceğimiz en güçlü örnek; Meşhur, yarısı ısırılmış logolu teknoloji markasının yarattığı eko çembere dâhil olan tüketici davranışlarıdır. Kurucusuna hayran olunan bu marka, piyasaya iyi ürünler sürmekle birlikte, çoğu zaman rakiplerine göre inovasyon açısından geriden gelmektedir. Buna karşın bu markanın müşterileri bu durumun farkında olmadığı gibi, tam tersine, yenilik konusunda öncü olduğunu, benzer ürünlerin bu markayı takip ettiğini düşünmektedir. Hapsoldukları eko çember nedeniyle rakiplerin yaptığı birçok yenilikten haberdar değildir. Bu durumun siyasette karşılığı, benzer hali, az gelişmiş demokrasilerin yarattığı sağ popülist liderlerle yönetilen ülkelerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerdeki sağ popülist liderlerin ortak özelliği, yüksek perdeden nutuklar atmak ve kitleleri ‘BİZ’ ve ‘ONLAR’ diye ikiye bölerek, tercihlerini yönetmektir. Oluşturulan ‘BİZ’ bir tür ayrıcalıktır. Kural tanımadan, etik sınırlar umursanmadan ‘BİZ’ diye tanımlananlar iktidar tarafından sürekli korunur, kollanır. İhaleler verilir, kıyak geçilir, torpiller yapılır, istihdamda yani iş bulmada öncelik tanınır, sosyal yardımlar yoluyla iktidara bağımlı hale getirilir. Türkiye’de 2002 yılından bu yana, AKP ve liderinin, kutuplaştırma siyasetini dayattığı, çok da başarılı bir şekilde sahneye koyduğu hepimizin bildiği acı bir gerçektir. Ülkeyi kesintisiz olarak yirmi yıldır yönettiklerine göre, sonuç aldıkları da ortadadır. Ekonomide altyapı sorunların olmasına rağmen radikal bir küçülmenin olmadığı, hayat pahalılığının baskın hale gelmediği yapılan tüm seçimlerde AKP hep kutuplaşmadan beslenerek çıkmıştır. İki büyük ve önemli ekonomik küçülmenin olduğu 2009 ile 2019 yıllarında AKP’nin oylarında anlamlı bir gerileme olduğu görülmektedir. 2019 yılı sonrasındaki süreçte ise, konu ekonomik küçülmenin de ötesine geçip, hayat pahalılığının merkeze oturduğu bir toplumsal sancıya dönüşmüştür. Böylesine bir toplumsal iklimde yapılan ölçümlemeler bize göstermektedir ki; AKP ve onun lideri Erdoğan artık ‘BİZ’ diye cümleye başladığında onun ‘BİZ’ diye kastettiklerinin sayısının daha da artmadığı gibi, Erdoğan’ın ‘ONLAR’ diye tarif ettiği kitleye katılımın tam tersi biçimde ekonomik koşullar nedeniyle sürekli arttığı gözlemlenmektedir. Bir süredir, özellikle kutuplaşmanın boyutunu ve kime ne tür bir etki yarattığını anlamak için belirli periyotlar ile mecliste grubu bulunan partiler için tüm seçmene oy verip vermeme tercihleri sorulduğunda ve alınan yanıtlara bakıldığında ‘oy vermem’ ya da ‘asla oy vermem’ ifadeleri ile ölçtüğümüz karşıtlığın en düşük olduğu partinin CHP olduğu gözlenmektedir. Çoğumuz için şaşırtıcı gelebilecek bu sonucu CHP açısından ciddi bir başarı olarak görülebilir mi? İşte orası tartışmaya gayet açıktır. Türkiye’nin siyasal tarihine bakıldığında çok büyük oranda CHP ve sağ partilerin CHP’ye karşı yürüttüğü mücadeleler olduğu görülmektedir. Sağın, karşısında tek hedef olarak gördüğü ve mücadele ettiği CHP’nin kuruluşunun 100. yılı içinde iken aslına bakarsanız en düşük seçmen karşıtlığına sahip durumdadır. ‘AKP için durum nedir?’ diye baktığımızda ise bugün için ikinci ya da üçüncü en yüksek karşıtlığa sahip parti olduğunu görmekteyiz. Siyasal tabloda MHP ve AKP neredeyse bire bir aynı karşıtlık oranına sahip iki ortak olarak görülmektedir. Özellikle ardı ardına yaşanan kur şokları ile birlikte önceki yıl yaşanan yani 2021’in Aralık ayında meydana gelen negatif iktisadi gelişmeler AKP karşıtlığında anlamlı bir artışın olduğu ve bu artışın 2022’de daha da belirgin biçimde arttığı göze çarpmaktadır. Yapılan araştırma sonuçlarına göre AKP ile CHP arasında anlamlı oranda karşıtlık farkı vardır. Bana göre bu farkı yaratan en önemli unsur, kriz döneminde AKP’nin eski ezberden yola çıkarak aşırılaşan siyaseti ile kutuplaştırmayı beslemeye çalışan tutumuna karşı, CHP’nin aynı aşırılık ile cevap vermek yerine karşısına koyduğu ‘MAKUL’ olanı temsil eden kapsayıcı siyaseti olarak durmaktadır. Türkiye toplumunun ister sağda ister solda olsun aşırı olana ve görünene karşı hep bir mesafesi hatta soğuk bakışı, duruşu vardır. Türk seçmeni öteden beri genel olarak aşırı uçlar yerine merkezde konumlanan siyaseti ve siyasetçileri tercih etmektedir. Özellikle MHP ittifakı ile birlikte net olarak aşırı siyaseti tercih eden bugünün AK Partisi, bu türden tercihini kendi seçmenini dahi bir türlü ikna etmeyi başaramamış görünmektedir. Söz konusu o araştırma şirketinin son süreçte gerçekleştirdiği anket ve araştırmaların sonuçlarına baktığımızda ise AKP ve MHP seçmeninin AK Parti’yi merkeze yakın görürken CHP, İYİ Parti ve HDP seçmeni AKP’yi aşırı uç gibi sayılabilecek bir noktada görebilmektedir. Yazımın başında belirttiğim toplumun eko çemberde yaşama, dışarının sesini duyamama halini burada bir kez daha anımsatmak istiyorum. Yapılan anket ve araştırmalara ve o araştırmaların sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, tüm parti tabanlarında CHP’yi görece olarak daha merkeze yakın görme eğilimi mevcuttur. Aslında bu araştırma şirketinin geniş kapsamlı anket ve kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına dair daha geniş yani uzun uzadıya yazmak anlatmak mümkündür ama ben yazımı daha da uzatmak istemiyorum. Sonuç olarak bugünkü yazımın başlığında belirttiğim gibi şunu rahatlıkla söylemek mümkündür; Toplumda yaratılan kutuplaşmaların siyasal getirisi olduğu kadar bu yaratılan durumun ekonomik hatta siyasal anlamda götürüsü de epeyce fazla olmaktadır. Bu gerçek bilinmeli ve de asla unutulmamalıdır!..
Yorum yapın