KÜRESELLEŞMENİN OLUMSUZ ETKİLERİ ÜZERİNE GÖRÜŞLER

Küreselleşme olgusunun en masum tanımı yerel olanın, uluslararası olanla bütünleşmesidir. Ancak küreselleşmeyi bilişim teknolojilerini kullanarak bir tür ‘Amerikanlaştırma’ ve ‘Batılılaştırma’ yöntemiyle bireysel ve kültürel değerlerin değişimi, sosyal yapının farklılaştırılması şeklinde anlatmak daha doğru olacaktır. Avusturya asıllı Amerikalı toplumbilimci Ritzer’in ifadesiyle küreselleşme, kalıcı etkiler yapan, yerel olanı değiştirme amacı güden, Amerika ve gelişmiş ülkelerin emperyalist tutku ve hırslarından ibarettir. Eski ABD Başkanı Trump’ın bu türden söylemleri üzerine, Amerikalı ve İngiliz toplum ve siyaset bilimcilerin bazıları “Trump, küreselleşmenin kalıplarını, ‘ÖNCE AMERİKA’ retoriğiyle parçalamıştır.” yorumunu yapmışlardır. Şimdiki başkan Biden ise, “Ben de emperyalistim ama bu kadar rekabet yeter sanırım” çıkışında bulunmuştur. Küreselleşmenin baş aktörlerinin bu ilginç söylemlerine karşın bence apaçık ortaya çıkan yalın gerçek; ‘Bu sürecin yaydan çıkmış ve hız kesmeyen bir şekilde dünya ülkelerinin sosyokültürel dinamiklerini etkiliyor olması ve Çin’in dünya ticaretindeki yükselişidir’ kanısındayım..

Bilimsel verilere göre, ülkelerin sosyolojik gerçekleri ve kültürel karakteristiklerini yansıtan sosyokültürel boyutlardan ‘Güç Aralığı’ yani eşitsizlikleri kabullenme eğilimi, Türkiye, Rusya ve Çin’de yüksek, Amerika’da daha düşüktür. Uzun dönemli planlamada Çin, üst konumdayken onu Danimarka, Fransa ve Almanya izlemektedir. Türkiye ise kısa döneme odaklıdır. ‘Belirsizliklerden sakınma’ boyutu Çin’de düşüktür. Bu da geleceğe yönelik ataklar yapabilen, risk alabilen toplum demektir. Fransa, Almanya ve Türkiye daha yüksek düzeyde olduğundan belirsizliklerle baş etme zorluğu vardır. Ancak bu Türkiye’de baskıcı, eleştiriye tahammülsüz iktidar ve sansürcü bir zihniyete dönüşmüşken Almanya bilimsel yaklaşımla belirsizlikle başa çıkmakta, Fransa ise baskıcı olmaksızın finansal gücüyle atılımlar yapmaktadır. İsviçre ve Fransa kaynaklı yürütülen akademik çalışmalardan biri olan ‘Globe Projesi’ sonuçlarına göre, Türkiye’de insani değerler yaklaşımı ve çalışanların performans düzeyi düşük, diğer iki ülkede ve Singapur’da yüksektir. Türkiye’de lise ve devlet üniversitelerinde okuyan ve yüzde 62’si orta ve alt-orta sınıftan Z kuşağı öğrencilerini kapsayan bir araştırmanın sonuçlarından söz etmek bu noktada yerinde olacaktır. 314 denekten elde edilen verilere göre öğrencilerin yüzde 75’i AİLE, yaklaşık tamamı ‘EVLİLİK’ kurumuyla dinsel ve kültürel değerleri önemsemektedir. Buna karşın yüzde 58’lik bir kısmı, sapkınlık olarak nitelendirilen ‘LGBT’ gibi aktivitelere karşı durmakta iken, bunlardan bazıları, bu türden turistlere hoşgörüyle baktığını ve ‘kısa bir süre sonra nasıl olsa gidecekler’ diye hoşgörüyle baktığını, ancak özelikle Suriyeli ve Afganlı yabancıların Türkiye’de uzun süre kalmalarını istemediklerini belirtmektedirler. Son söz olarak şunu belirtmek istiyorum; Dünyanın sayılı Sosyal, Ekonomik ve Siyasal otoritelerinin güvenilir kaynak kabul ettikleri ‘Fortune Global’ tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarında KASIM 2022 itibarıyla Çin 145, ABD 12, Japonya 47, Almanya 28 ve Fransa’nın 25 küresel işletmeye sahip olduğunu belirtmiştir. Bu durumun kısaca tercümesi, çevirisi şudur; “Dünya liginde rol almak kadere, şansa değil, belli değerlere, niteliklere, yüksek kalitede bir öğrenim sisteminin varlığına bağlıdır. Popülist vizyon ve söylemlerle küresel pastadan pay almak hevesinin hiçbir anlamı ve de önemi yoktur.” Bilmem anlatabildim mi?..