Geçenlerde üstat Soner Yalçın’ın hem NEFES gazetesinde hem de ODATV de yayımlanan düşünsel değerlendirme ve analizler yaptığı bir yazısında değindiğine bakarsanız ‘dünyada yeniden bir düşünce atlası’ oluşturulmaktadır. Soner Yalçın’ın bu tespitine hak vermemek mümkün değildir ama vasatlığın muteber olduğu ve giderek yaygınlaştığı bir ortamda vasatların iktidar döneminin başladığı 2000’li yılların başlarından bu yana bugünkü yazımın başlığında da belirttiğim tespit doğru değil midir?

Yani şunu söylüyorum; “kültürsüzlük kültür haline gelirse ve o kültürsüzlük ‘KÜLTÜRMÜŞ’ gibi kabul görürse ne Soner Yalçın ne bir başkası ne de ben ve benim gibiler ne yazarsa yazsın ne anlatırsa anlatsın, kimse bilmez, kimse anlamaz, umursamaz!..”

Çünkü ‘kültürsüzlüğün kültür haline geldiği ve giderek yaygınlaştığı bir dünya, ancak vasatlar hatta vasat altında olanların var olduğu, onlar gibilerin çoğunlukta olduğu bir dünya da mümkündür ve de kalıcı hale geliverir!..’    

 

Yazımın başında belirttiğim ve esinlendiğimi ifade ettiğim Soner Yalçın o yazısında ‘dünyada yeni düşünce atlası oluşturulduğunu’ belirterek bu sayede ‘yeni bir dünya düzeni kurulduğunu’ kaydetmektedir. Soner Yalçın söz konusu o yazısında devamla ‘tahammülü giderek zorlaşan vasatlığın’ benim bahsettiğim gibi ‘kültürsüzlüğün kültür haline geldiği bir ortamda’ bizleri sürekli olarak aşağıya çekmeye dolayısıyla vasatların bizleri kendileriyle aynı seviye çekme yani indirme girişimlerini sıklaştırdığını kaydetmektedir. Üstat Soner Yalçın bunun sebep ve gerekçesini de bu toplumun bireyleri olarak bizlerin çoğunlukla entelektüel birikiminin olmamasına ve dolayısıyla giderek adeta bir ‘kurnazlar ülkesi’ haline geldiğimizi ve böylece oluşan ‘kültürsüz kültürün yaygınlaşması’ ile bir ‘PUSU KÜLTÜRÜ’ oluştuğundan yakınmaktadır.

Soner Yalçın söz konusu o yazısında değindiği bizim mesleğe ilişkin bir tespite de ben de aynen katılıyorum. O tespit şudur; dolaylı veya dolaysız, açıkça veya sinsice, gizliden gizliye ya da gayet aleni ve çirkince etik dışı biçimde bizlerden gazetecilik değil, algı operasyonu yapmamız, yapılan algı operasyonlarına katkı sunmamız, bir başka deyişle ‘kültürsüzlüğün kültürüyle’ vasatlık çukuruna düşmüş veya düşürülmüş olan ve bu sayede kendini muktedir zanneden bir takım sermayedar veya siyasi egemenler, gazeteciliğin/yazarlığın düpedüz  kendilerine körü körüne biat etmesi gereken kullanışlı aparatlar olarak görmesidir. Başka bir şey değildir! 

Buna bir anlamda vasatlık çukurunda debelenenlerin oluşturduğu ‘İKİ YÜZLÜ BİR DÜZEN’ de diyebiliriz. Üstelik bu tanımını yaptığım iki yüzlü düzenin içinde olanlar gaflet halinde olmanın ötesinde belki de aptallıkların sonucu hiçbir şeyin farkında değil veya farkında ama ‘bana ne ben işime bakarım’ diye düşünüyor!..

Tarih boyunca hep anlatılır; İstanbul’un fethine günler kala Osmanlı Fatih Sultan Mehmet Han’ın ordusu şehre girmek üzere iken Hristiyan Ortodoks din adamları Ayasofya’da toplanıp “meleklerin cinsiyetini” tartışma konusu yapmıştı. Kimi kaynaklar ise konuyu daha da derinleştirip aslında Ayasofya’daki Ortodoks din adamlarının tartışma konusunun ‘o melekler gelip bizleri kurtarır mı?’ Sorusuna yanıt arama ve bulma amacını taşımaktaydı…

Aslına bakarsanız; günümüzde hiç kimse gerçeği, gerçeğin ta kendisini arama ve bulma peşinde değil!

Çok bıktırıcı, yorucu ve hatta tiksindirici bu koşuşturmada bence ‘GERÇEK’ hiç aranmıyor, biz gazetecilerden ‘sorgulayıcı habercilik’ yapmamız istenmiyor.

Onların istediği ‘gazeteciliği bizim koyduğumuz kurallar ve bizim kurduğumuz düzen içinde yap. Gerisine karışma, yoksa sen pastadan payını alamazsın’ zihniyet söyleminde dosdoğru yürümek ve bizleri sağa sola bakmadan yürütmek!..

Bu çerçevede bakıldığında sizlere güncel bir örnek verip bu bahsi yavaşça kapatalım isterseniz. Bugünkü yazımın başından beri anlattıklarım ışığında Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin AKP’li Yücel Yılmaz dönemi ile yakında bir yılını dolduracak olan CHP’li Ahmet Akın dönemi arasında basın/medya ilişkileri, gazetecilere yaklaşım ve yakınlaşmaları veya türlü gerekçelerle uzaklaşmaları, bakış açılarındaki zihniyet ne denli farklıdır ne denli birbirinin aynısı yahut birbirinden daha beter izler taşımaktadır?

Dedim ya sizlere işin özü şudur aslında üstat Soner Yalçın’ın da dediği gibi; gerçek aranmıyor, sorgulayıcı habercilik yapılsın istenmiyor. “Gazeteciliği bizim istediğimiz gibi daha önce konulan bizimde sürdürdüğümüz asalak avutan, göz boyamacı kurallara göre yapacaksınız bu işi’ türünden bir baskı ve zorlamadır bu yapılan!..

Felsefeci yazar Alain Deneault ‘Vasatlığın İktidarı’ kitabına şunu yazmıştır:

“Ah ne acıdır! Tek pare top atılmadan vasatlar, iktidarı ele geçirdi!”

Yanlış anlaşılmasın mesele şudur aslında ne Yücel Yılmaz ne de Ahmet Akın meselesi değildir bu. O yüzden İsimlerin hiçbir önemi yoktur. Asıl mesele ‘menfaati için her yolu mübah gösteren’ bu iki yüzlü vasat düzendir!