Dilerim bugün sizlere aktaracağım kıssadan hisse kapılacak ibretlik fıkralar birilerine ve de özellikle siyasetçilerle kimi gazeteci geçinen müstesna(!) şahsiyetlere gerçekten kapak olur!..
O birileri bu aktaracağım fıkralarda anlatılan ana fikri anlayıp, kıssadan hisseleri kaparlar ve dolayısıyla içinde bulundukları aymazlıktan kurtulup akıllarını başlarına toplarlar. Başlıyorum anlatmaya; İlk fıkramızın adı “Eşek fıkrası”
Günün birinde milletvekilinin biri bir köyü gezerken, bağlı olduğu değirmeni döndüren bir eşek görmüş. Hemen yanındaki köylüye sormuş; “Bu eşeğin boynundaki zil ne işe yarıyor?”
“Efendim” demiş köylü ve devam etmiş; “O zil sustuğunda eşeğin durduğunu anlıyorum. Müdahale edince tekrar hareket etmeye başlıyor.” milletvekili, “Akıllıca” demiş ve sormuş; “Peki eşek olduğu yerde durup da başını sağa sola sallarsa nereden anlayacaksın, durduğunu?” Köylü hemen yanıt vermiş muzipçe gülümseyerek; “Anlayamayız, çünkü ne gezer efendim, sizin gibi akıllı eşek buralarda!..”
Şimdi, ikinci olarak size aktaracağım fıkranın adı ise; “Bakan yüzme bilmiyor!..”
Bir ülkede bir Bakan, kendini gazetecilere bir türlü hiç benimsetememiş ve dolayısıyla sevdirememiş. Ne yapsa makbule geçmiyor, basın her gün o bakana yönelik olumsuz haberler yapıyor, onunla uğraşıyormuş. Bakan’ın canına tak etmiş ve "Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler madara olsun, hepsinin ağzı açık kalsın" diye düşünürken aklına ilginç bir fikir gelmiş: “Bakan’ın bazı özel yetenekleri ve hünerleri vardır. Bunlardan birini sergileyecek bir gösteri yapacak.“ diyerek basına haber göndermiş ve açıklamasına şu notu özellikle düşmüş; "önümüzdeki Pazar günü saat 10’da sayın Bakan denizin üzerinde yürüyecektir.."
Pazar sabahı tüm basın mensupları Bakan’ın basın açıklamasında belirtilen yerde toplanmışlar. Bakan gelmiş ve üzerinde bornozu, elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başlamış. Karşı kıyıya kadar da yürüyerek ilerleyen Bakan, daha sonra aynı güzergahtan yine yürüyerek geri gelmiş. Bu durum karşısında herkesin gözleri dehşetle açık kalmış. Ancak ertesi günü tüm gazetelerde şu başlık atılmış; "Bakan yüzme bilmiyor. O yüzden denizin üzerinden yürüyerek karşı kıyıya ulaşabildi!.."
Sıradaki fıkranın adı ise; “Padişah mı, Vezir mi, en Büyük!..”
Günün birinde, çok eski zamanlarda, Padişah ile vezir tartışmaya başlamışlar. Padişah vezire, "En büyük ve en güçlü olan benim. Sen benim emrimdesin!.." demiş. Vezir ise buna karşı çıkmış; "Hayır ben en büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun, bizim yaptıklarımız onaylıyorsun!.." diye itiraz etmiş. Tartışma çok uzayınca Padişah ile Vezir, bir çobanın yanına gitmişler ve konuya bir şekilde çözüm bulmak amacıyla Çoban’a sormuşlar; "Senin koyunun mu büyük, yoksa ineğin mi?"
Çoban bu soruya çok şaşırmış. Soranlar da Padişah ile vezir olduğu için ne diyeceğini bilememiş. Ürkekçe yanıt vermiş; "İneğim." demiş. Arkasından bir soru daha gelmiş Padişah ile Vezirden "Keçin mi büyük, yoksa öküzün mü?" diye. Çoban "Öküzüm tabii" deyince, asıl soruyu yöneltmişler Çoban’a; "Peki söyle bakalım, Padişahın mı büyük, yoksa vezirin mi?" şeklinde. Çoban bu kez hiç düşünmeden ama biraz da korkarak yanıt vermiş; "Vallahi ben o söylediğiniz hiç hayvanları görmedim ve onları maalesef tanımıyorum!.."
Bu kez politikacılar arasında geçmeyen ama politikacıların kıssadan hisse kapacağı bir fıkra yer alıyor, fıkranın adı ise; “Sizin kalbiniz bozuk!..”
Memleketin birinde Kuraklık var, yağmur yağmıyormuş. Yağmur duasına yapacak, nefesi kuvvetli bir hoca bulup getirmişler. Hep beraber tepeye yağmur duasına çıkmışlar, akşama kadar dua etmişler, ama bir damla yağmur düşmemiş. Bunun üzerine ahali; “Hani Hoca efendi, yağmur nerede?” diye yakınarak sormaya başlamış. Hoca etraftakileri terslemiş:
“Sizin kalbiniz bozuk!” sormuşlar “Niye ki?” diye; Hoca hemen yanıtlamış “Eğer yağmur yağacağına inansaydınız, şemsiye taşırdınız. Aranızda bir ben inandım yağmur yağacağına, o yüzden şemsiye aldım, ama maalesef o da yetmedi!” Son bir fıkrayla bitirelim dilerseniz, son fıkramızın adı; “Suçüstü hali!..”
Osmanlı Meşrutiyet Meclisi’nde Bakan yani Nazırlardan biri konuşurken aşağıdan laf atan muhalefet mebuslarına çok kızmış ve şöyle seslenmiş; “Sizde çok acayip, hatta delicesine iktidar hırsı var!” Muhalefet mebusları Bakan’a bağırarak cevap vermişler; “O zaman siz de suçüstü halindesiniz, muhterem Nazır Efendi!..”
Seviyesini, ciddiyetini, hoşgörüsünü ve de güvenilirliğini dolayısıyla inandırıcılığını kaybetmiş bazı siyasetçilerimizi ve de kimi gazetecilik kisvesi içinde etrafta dolaşan şahsiyetleri birazcık da olsa gülümsetmek, aynı zamanda onları kıssadan hisse kapıp düşündürmek istedim. İnanın başka bir maksadım yoktur. Olsaydı, bu sütunlarda inatla yazıp, çizmeyi bırakıp, belki bir fırına gider, küreği elime alıp, becerebilirsem ekmek pişirmeye başlar, ya da gazetecilik değil de kese kağıtçılık yapmaya koyulurdum, yani işime gücüme bakar, cukkayı kapar henüz yeni bırakmaya başladığım sakalıma takardım!..
Yorum yapın