Son kez geçen yılın başlarında sanırım yine ocak ayında benzer başlık ve içerikte bu sütunlarda yayımlanan yazıma ‘Sinek küçüktür ama mide bulandırır!’ özdeyişiyle başlamış ve bu özdeyişteki ana fikrin; ‘Kötü tutum ve davranışlar, küçük bile olsa kişiyi rahatsız eder.’ Şeklinde olduğunu ifade etmiş ve bu sözün şöyle tanımlanabileceği kaydetmiştim; ‘Sinek küçük olmakla birlikte onun gezindiği kirli yerlerden ötürü bizi rahatsız eder, ondan kurtulmaya çalışırız. Çünkü kendisi küçük ama taşıdığı mikroplardan ötürü yaratacağı hastalıklı ortamın etkisi büyük olur. Toplumda, küçük olmakla birlikte verdiği zarar büyük olan insanlar vardır. Onların küçük bir kötülüğü bile bizi düşündürür, rahatsız eder. Onlardan uzak durmak isteriz. Bunun yanında iyi olarak tanıdığımız bazı kişiler, çıkarları gereği gerçek kişiliklerini gizleyen kişiler olurlar. Onların, sezdiğimiz küçük bir davranışları gizledikleri kişilikleri hakkında bize bilgi verebilir. Onları değerlendirmek çoğu zaman büyük yararlar sağlar.’

Yaşamımda 58 yılı geride bırakıp, 59 yaşıma gireli henüz üç buçuk, olduğu bu bugünlerde, geçmişe ilişkin anılarımda kalan tutum ve davranışlarım, bazen aklıma gelir, bir kez daha, hatta birkaç kez daha düşündüğüm, gerekiyorsa özeleştiri yaptığım anlar yaşanabilir…

İşte öyle zamanlarda; ‘sinek küçüktür, ama mide bulandırır.’ şeklindeki gayet manidar o özdeyiş hemen aklıma gelir. Bugünkü yazımın başında da belirttiğim gibi, ‘kötü tutum ve davranışlar, küçük bile olsa kişiyi rahatsız ve dolayısıyla huzursuz eder.’ O rahatsızlıkları ve huzursuzlukları özellikle otuz yedi yıllık meslek yaşamım boyunca çeşitli dönemlerinde çok yaşadığım için, bugün şu görüşümü rahatlıkla ifade edebilirim; ‘Hayatın bileşkesinde denklemi bir türlü tutturamadığından dolayı, çevresinin, utanmadan ve sıkılmadan en yakınındakilerin sırtına binerek menfaat temin eden, asla hak etmeden ve edemeyecek olanların kariyer yapmaya heveslenenlerinden yıllar yılı çok çekmiş, o yüzden sinek gibi küçük kalmışlardan bıkmış ve hatta tiksinmiş biri olarak kendimi görüyorum!.’

Geçen yılın yani 2024 yılının yaz mevsiminin başındaydı sanırım, muhtemelen Haziran ayında yine bu sütunlarda yayımlanan benzer içerikli bir yazımda dile getirdiğim gibi; Hayattaki rolü, merhum Kemal Sunal’ın usta oyunculuğunda anlam kazanan ‘inek Şaban’ iken, ‘ısrarla ve inat’ ile Cüneyt Arkın’ın birçok filminde başarıyla canlandırdığı sert, cesur, mert ve romantik ‘Cemil’ veya ‘Murat’ karakterine heveslenmek, elbette ki, asla uygun değildir, uygun olmayacaktır, olmamıştır ve daha yerinde bir ifadeyle ‘abesle iştigal bir durum ortaya çıkmış olur!.’

Çünkü gayet doğru kabul ettiğim bir yaşam felsefesine göre; “Hayatın içinde, hepimiz kendimize biçilmiş, en uygun rolleri oynarız ya da oynamak zorunda bırakılırız belki de hiç farkında olmadan. Daha doğrusu hayatta başarılı olmak için o rolleri oynamak zorunda hissedebiliriz kendimiz. Aksi halde, belki de benliğimize, karakterimize ve kapasitemize, yani çapımıza uygun olmayan rollere heves eder, hayatın içinde o rolleri oynamaya kalkışırsak, bir anlamda cüret edersek o zaman kaçınılmaz olarak çuvallar ve hayatta daima kaybedenler sınıfında ancak yer bulabiliriz!..”

İşte yazımın başında beri bence doğru bir denklem ile ifade etmeye çalıştığım o felsefe, en doğru ve çok doğru bir felsefedir. Yaşamın akışı içinde yaşadığımız süreçlerde karşımıza çıkan, çözülmesi zor denklemleri kolaylıkla çözümleyebilmek, ancak yaşamın felsefesine uygun olarak üstlendiğimiz rolleri başarıyla oynamamızla mümkündür. Ancak, bu noktada asla unutulmaması gereken, ‘hayatın aslında bir oyun olmadığı gerçeğidir!’

Hayatın içinde rolünü oynamak, başkalarının yazdığı ve size oynattığı karakterler değildir. Kimilerinin inandığına göre; belki de hayatın içinde en doğru rolü üstlenmekten kast edilen, ilahi kudretin ‘kader, alın yazısı’ adı verilen bir anlamda yazgısında ya da senaryosunda, sizin üstlendiğiniz kimliktir. Siz o kimliği, yani rolü reddederek bir başka kimliği üstlenmeye kalkışırsanız, işte o zaman belki de aniden ya da hiç ummadık bir anda ‘şapa oturursunuz, daha doğru bir deyişle şapa oturuverir, oturtulursunuz!..’

Çünkü ‘hayatta size verilen rolün yerine, haddinizi ket be kat fazlasıyla aşarak bir başka rolü üstlenmeye heves ederseniz, yetersizliğiniz, acizliğiniz ve sinek gibi küçük kalmışlığınız apaçık ortaya çıkar. İşte böylesi durumlarda, iyilikle başaramadığınız rolün altından, kaçınılmaz olarak hasetlikler içinde kötülükler yaparak kalkma gayreti içine girersiniz veya en iyimser ifade biçimiyle girmek zorunda kalırsınız.’ İşte o zaman anlatmaya çalıştığım tüm bu nedenlerledir; “Sinek küçüktür, ama mide bulandırır!” özdeyişi işte tam da o yüzden ‘yaşama dair’ önemli bir tespiti yapmak amacıyla söylenmiştir, diyebiliriz.

Bugünkü yazımda başından beri anlatmaya çalıştığım ‘ANA TEMA’ ya bence en uygun ‘ANA FİKRİ’ oluşturmuş olabilirim. Çünkü çevreme şöyle bir bakınca, tüm bu yazdıklarımı düşünebiliyor, algılayıp, tespit ederek cesurca dile getirebiliyorum. O yüzden sizlerin de benim yaptığımı yapmanız durumunda, ‘hayatın içinde üstlendiğiniz role uygun davranmış olursunuz’ diye düşünüyor ve öğütlüyorum. Gerçekten de eğer dediğim gibi yaparsanız, öyle inanıyorum ki, (bugünkü yazımı eğer baştan sona dikkatle okudu iseniz) daha önce yayımlanan bazı yazılarımda da anlatmaya çalıştığım ‘bazı şeyleri’ gerçekten bu kez gerçekten anlamış, o yazılarımdaki ‘dolaylı ve imalı bazı ifadelerden dolayı’ kafanızdan oluşan soru işaretleri belki de yanıt bulmuş çoktan ünlem işaretine dönüşmüştür, diye umuyor ve diliyorum!..