KAYGI VERİCİ OKUMUŞLARA YÖNELİK ŞİDDET SARMALI
Çok değil, son birkaç hafta içinde doktor ve hemşirelere ve hemen ardından avukatlara, sonrasında okul müdürü ve bir öğretmene yönelik şiddet, onların öldüresiye dövülmeleri, hatta ikisinin yaşamını yitirmesi benim gibileri derinden üzdü, içimizi yaktı, fena halde kahrolduk. Bu durum, sadece bende değil bir anda tüm kamuoyunda “Biz buraya, okumuşlara yönelik bu şiddet sarmalına nasıl geldik” sorusunun yoğun biçimde sorulmasına tartışılmasına başlandı. Aslında enine boyuna kapsamlı biçimde irdelenip, sorgulanması gereken çok boyutlu bir konudur bu durum. O nedenle kestirmeden bir yanıtla geçiştirilmemesi gerekiyor. Bu yazımda dilimin döndüğünce, bilgimin yettiğince konuya ilişkin bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Bu durum öncelikle belirtmek isterim ki, şiddet ve gerilim atmosferinin toplumun üstüne bir karabulut gibi çökmesine neden olan AK Parti iktidarının ve onların taşıdığı zihniyetin yansıması olan ‘siyaset stratejisinin’ çok geniş ve kapsamlı biçimde irdelenmesini gerektirmektedir. Yirmi bir yıllık Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarı, en yetkili ağızlarının açık biçimde söylediği gibi ülkemizin Cumhuriyet öncesi dönemi de kapsayan 200 yıllık Batılılaşma yönelimine, Cumhuriyet Devrimi’nin çağdaş uygarlık düzeyini aşma hedefine taban tabana zıt bir anlayışı ve yapıyı temsil etmektedir. Açık konuşmak gerekirse ki gerekmektedir; AKP iktidarı bu konuda ne yazık ki, çok önemli mesafeler kaydetmiş ve Cumhuriyeti temsil eden değerleri ve kurumların büyük ölçüde içinin boşaltılmasına dolasıyla çöküş sürecine sokulmasına yol açmıştır. Kutuplaşmayı körükleyen anlayışın kendisine yarar sağladığını düşünen ve bu düşüncesini de son 21 yıllık süreçte seçim başarıları ile bir anlamda doğrulatan AK Parti’nin siyaset stratejisi toplumdaki kutuplaşmayı geri dönülmesi çok zor bir noktaya taşımayı da ne yazık ki, başarmıştır. Bilmem farkında mısınız, ülkemiz derin ve kaygı verici biçimde toplumsal açıdan bir yarılmanın içine girmiş durumdadır. Cumhuriyet Devrimleri, hemen tamamı eğitimsiz, ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplumu; soran sorgulayan bireylerden oluşan, modern çağı yakalamış, bilimi yol gösterici kabul etmiş bir topluma dönüştürmeyi hedefliyordu. Elbette işin doğası gereği, kendisini bu hedefin karşısında konumlandırmış ve Cumhuriyetin devrimleri döneminde saklanmış siyasal İslamcı bağnaz ve yobaz kafalı sığ anlayış, çeşitli zamanlarda yanına birbirine taban tabana zıt irili ufaklı müttefikler bulmuş, kimi zaman bu müttefikler merkez sağ denilen siyaset kitlesinden, bazen Kürtçü-bölücü hareketlerin temsilcilerinden, son süreçte liberal-solculardan, Türk milliyetçiliğini önceliyormuş gibi görünen faşist odaklardan destek alarak siyaset dünyasında onlardan destek alarak yürümeye çalışmıştır..
Ancak siyasal İslam’ın temsil edenler, gerçek hedeflerini Adalet ve Kalkınma Partisi 2002’de iktidara gelene kadar hep gizlemişler, kendilerini siyaseten hedef tahtasına konulmasını engellemişlerdir. Bu konuda, özellikle belirtmem gereken göz ardı etmemem gereken önemli bulduğum nokta 1980 sonrası tüm dünyada olduğu gibi bizde de esen küreselleşme rüzgârlarının, sorgulayan bireyi, kendi konfor alanına sıkışmış bir müşteriye dönüştürmek istemesinin de etkili olduğunun altını mutlaka çizmeliyiz, gerçeğidir. 1950 sonrasında başlayıp 1980 sonrası çığırından çıkan köyden kente göçün sonucunda, üretimden uzak, ne kentli ne köylü bir sınıfın ortaya çıkması, bu sınıfın da yapılacak olan analizinin ekonomik olmaktan çok kültürel olduğu açık olduğu gerçeği aslında siyasal İslam’ın işini epeyce kolaylaştırmıştır. Bu kültürel sınıflar arasındaki günümüzde çatılmaya dönüşen ilişkinin AKP’nin kendisine epeyce yarar sağladığı kutuplaştırma siyaseti ile “nefret” sarmalına sıkışması ve bu “nefret” sarmalının “din” yani “inanç” temelinde körüklenmesi, bugün yaşadığımız tedirginlik verici şiddet ve gerilim ortamının en önemli nedenlerinden biridir. Toplumsal yarılmanın belki de yönünü belirleyecek seçimlere bir yıldan daha az bir süre kalmış iken, AKP iktidarının kutuplaşma, kendi gibi düşünmeyen farklı toplumsal kesim ve sınıfları düşmanlaştırıp hedef gösterme siyasetine can simidi gibi sarıldığını, hatta tamamen ele geçirdiğini ve kötüye kullanmaya başladığını tüm iktidar gücünü de baskı aracı gibi kullandığını apaçık görmüyor muyuz, elbette görüyor ve de gözlemliyoruz..
21 yıllık kesintisiz AK Parti iktidarının yukarıda özetlemeye çalıştığım hedefine karşı AKP’nin tam da istediği kutuplaştırma tuzağına düşmeden, kendi ideallerini net biçimde ortaya koymaktan korkmayan, bu idealler etrafında birleştirici ve kucaklayıcı bir siyaseti istikrarlı biçimde izlemek gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek kolay mı derseniz, büyük usta Nazım Hikmet’in bir şiirinde bir vesileyle vermiş olduğu cevabını tekrarlamak en doğrusu olacaktır:
İLERİDEKİ GÜZEL GÜNLERİ, BELKİ BENİ GÖRMEYECEK ONLAR!..
Yorum yapın