Benim gibi, gazetelerde günlük olarak makale yazan köşe yazarlarının çoğu, herhangi bir konuyla ilgili yazıyı kaleme alırken, öyle sanıyorum ki, öncelikle şunu düşünürler, daha doğrusu düşünmek zorundadır; ‘Daha önce yani dün aynı veya benzer konuda yazdıklarımla öne sürdüğüm fikirlerle, bugün yazdıklarım veya yazacaklarım, örtüşüyor mu ne kadar benziyor veya ne kadar, birbirine zıt!..’

O nedenledir ki ‘herhangi bir gazeteci veya yazar, yıllar önce, aynı veya benzer konularda, haber yapmış veya şimdi yazdıklarına tamamen tezat, zıt ve aykırı biçimde yazmış ise, şapa oturmuş, gazeteci-yazar kimliği zedelenmiş, eğer varsa karizma çizilmiştir.’ şeklinde kabul edilir. Bunun lamı, cimi yoktur, başka bir türlü tarif edilmesine veya analizinin yapılmasına da o yüzden gerek de yoktur!..

Bana göre; ‘Küçücük menfaatler, kişisel ihtiraslar, içinden bir türlü söküp atamadığı öfkeleri ve zehirli kinleri uğruna, dün başka, bugün ise, bambaşka yazmak, haysiyetsizlik ötesinde, omurgasızlık ve kimliksizlik olarak tanımlanabilir!’ Çok şükür ki; ‘Yaklaşık 36 yıldır içinde bulunduğum Balıkesir basınında, moda deyimle medyasında benim böylesi zikzaklarım asla olmamıştır, olmayacaktır da…

Bütün bunları neden yazıyor ve sizlere anlatıyorum, biliyor musunuz? Malumunuz bundan tam sekiz yıl önce 2016 yılının 15 Temmuz’unda FETÖCÜ hainlerin kalkışmasıyla bir darbe girişimi yaşadık. Siyasetçisinden gazetecisine 15 Temmuz öncesi ve 15 Temmuz sonrası kimin nerede durduğunu, kendini nerede gösterdiğini ve de aslında nerede kimlerin yanında durduklarını apaçık gördük. O süreçte henüz o hain darbe kalkışması yaşanmadan bir gün önce ve kalkışmanın yaşandığı gün o zaman başka bir gazetede yayımlanan benzer içerikte iki ayrı yazımda da şöyle gayet çarpıcı bir cümle kurmuştum;

“Paralel yapı ile mücadele de bizleri idare eden kudretli egemenlerin açmazı veya korkusu şudur; Duvardan bir tuğla çeker, çıkarırsan, o duvar da çöker, yıkılır! O nedenle Balıkesir’de paralel yapı ile mücadele istenilen düzeyde yani kararlılık ve ciddiyet içinde sürdürülememektedir. Lütfen inanın, bu işlerin belgesi yani kanıtı olsa açıkça yazarım ama ne yazık ki yok! Yine de bunun böyle olduğuna eminim. Bu memleketin her taşının altında ve hatta üstünde hala o kast ettiğim kudretli egemenlerin sayesinde gemisini yüzdüren, tekerini çeviren, işini yürüten ve işini gördüren, nazı geçen, o kadar çok bu paralel yapıya biat etmiş kalleş ve hain var ki!..

Bu kalleş ve hain FETÖCÜLER; basınından medyasına, iş ve siyaset dünyasına, belediyeler başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına, bazı sivil toplum kuruluşlarına kadar o denli nüfuz etmiş, yerleşmiş, yerleştirilmiş ki, biraz önce de belirttiğim gibi; Duvardan bir tuğlayı çekerseniz, o duvar mutlaka yıkılacak yani dibine kadar çökecektir!..”

Daha 15 Temmuz yaşanmadan bunları yazdım da sonradan o söylediklerimin yazdıklarımın tersini mi söyledim, yazdım, elbette ki hayır!..

O gün ifade ettiklerimi asla inkar etmedim, etmem de…

Aradan tam sekiz yıl geçti, halen de inkar etmiyorum!..

Meslek yaşamım boyunca 1989 yerel seçimlerinden başlayıp bugüne kadar geldiğimizde tamı tamına yedi yerel, on genel seçim, üç cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere toplam on dokuz seçim, yedi kez de halkoylaması geçirdim. Demem o ki, 1989 yerel seçimlerinde henüz çiçeği burnunda, acemi sayılabilecek deneyimsiz bir gazeteci olsam da mesleki açıdan nerede ve nasıl ama daima dimdik durmuş isem, bugünde aynı duruş ve mesleki kimliğimle o erdemliliği sergilediğimi, yine sergileyeceğimi, kararlılıkla gösterdiğimi, yine göstereceğimi düşünüyorum. Bir kez daha örnek vermek gerekirse; ‘post modern darbe’ denilen yirmi yedi yıl önceki 28 Şubat sürecinde; ‘Gazetelerdeki bazı haber kupürlerine, maksatlı atılan manşetlere bakılarak televizyonlardaki absürt ve ajite edilmiş magazin kokan Müslüm Gündüz, Fadime Şahin haberlerine dayanılarak, onun bunun gaz vermesiyle, kışkırtmasıyla hükümet düşürülmez, parti kapatılmaz, bu işin altında mutlaka başka işler ve ince hesaplar vardır!’ diyen de bendim, belki o günleri anımsayanlarınız olacaktır!..

O dönemleri ve o günleri anımsayamayanlar, ya da söylediklerime inanmayanlar; gazetelerin ve o yıllardaki yerel radyo, televizyon arşivlerine bir göz atsın veya dönemin hayatta kalmış, tanıklarına sorsunlar. Çoğuna ‘meslektaş ve arkadaş demeye pek dilim varmıyor, ama’ o dönemde, bazı meslektaşlarım ve sözde arkadaşlarım, kurulan hükümetlerde, koalisyon ortağı olarak, adeta dönüşümlü biçimde yer alan, iktidarı ucundan da olsa tutan, RP, DSP, DYP ve ANAP’ın Balıkesir’deki uzantılarına ve kırıntılarına ‘yaranmak amacıyla yağ çekme’ dolayısıyla ‘menfaat yoluyla medet umma’ yoluna gitmişlerdi. 28 Şubat sürecinde ise, onların her biri ‘sahte Atatürkçü’ ve ‘sözde ilerici, çok keskin Cumhuriyetçi, herkesten fazla sözüm ona laikçi’ kisvelerine bürünerek bugün beraber namaza durdukları, lokma hayırlarına katıldıkları inançlı görünen siyasi isimlere, ‘tu kaka’ demişler, onları dışlamışlar, ‘irticacı ve yobaz’ ilan etmişlerdi. Bu durumu, o zamanlar, kimileri gibi bende ‘Makyavelist’ yaklaşımlarla ‘Oportünist’ davranmak şeklinde yorumlarken, şimdi ‘aslında gereğinden fazla nezaket göstermişim’ diye düşünüyorum. Yani Bugün onlara, ‘Makyavelist’ veya “Oportünist’ demenin, çok az geldiğini, o durumu tarif ederken ‘Haysiyetsizlik’ ötesinde, “omurgasızlık, kimliksiz ve kişiliksizlik kifayetsiz muhterisler” olarak bir tanımlama yapmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Mübarek Ramazan aylarında, hatta Kandil gecelerinde dahi, şişelerce birayı, bardaklar dolusu sulu veya susuz rakıyı veya votka ile şarabı, beleş bulabilirse galonlar dolusu viskiyi gizlice kuytu bir yerlerde içen, sonrada üstüne ‘içki kokmayayım’ diye Yaşar Usta’nın Kanaat lokantasında veya Sarı Kemal Yeni Hal lokantasında sarımsaklı çorba içerek, sonra da hiç utanmadan, sıkılmadan, ‘ağzım sarımsak kokuyor, kusura bakmayın! Bütün gün oruçluydum, o yüzden tansiyonumda hızla inip çıktığı için, sarımsaklı çorba içtim. Hem Reisimiz de sürekli sarımsak yiyormuş, çok iyi geliyormuş!’ diyebilenlere karşı, bugünün kudretli egemenlerinin, muktedir iktidar sahiplerinin Balıkesir’deki uzantılarının ‘çok ama çok dikkat etmesi, fırsatını bulduğunda böylelerinin maskesini düşürmesi, başlarından defetmesi gerekmiyor mu?’ Diye düşünmekten aradan yıllar geçse bile hala kendimi alamıyorum!..

Bu durum aslına bakarsanız ‘benden söylemesi ve yazması, gerisi sizin vicdanınıza kalmış’ bir durumdur. Yazdıklarımı ister umursar ve dikkate alırsınız, ya da bana isterseniz, güler geçersiniz, karar sizin, ben keyfinizin kahyası değilim, bu saatten sonra da olmaya da niyetim yok elbette!..