Bazen düşünürken insanların çocukluk ve ergenlik çağlarında ailede, okulda hatta sokakta kısacası çevrede inanca dair mutlaka bir şeyleri öğrendikleri, evlerinde, okullarında, sokakta belli topluluklarda bu öğrendiklerini giderek değişmez gerçekler olarak kabul etmeye başladıkları aklıma geliyor. Bu bahsettiğim süreç insanı yetişkin dönemlerinde bu öğrendikleri inançlarını bir daha sorgulama, zenginleştirme, tazeleme, irdeleme güç ve enerjisini kendilerinde kolay kolay bulamadıklarını ortaya çıkarmaktadır. Tüm bunları araştırma, arama zahmetine girmeyen insanlar kendilerine her nasılsa hazır giysiler gibi giydirilen düşüncelere bağlanmayı elbette çok rahatça benimsiyorlar o zaman…

Bireyler günümüzde ‘düşünme, düşünebilme tembelliği’ yüzünden teknolojinin de getirdiği rahatlık içinde asıl edinmesi gereken bilginin ana kaynaklarına gitmeye ne yazıktır ki üşeniyorlar. İşte belki de onun içindir ki o asalak hale gelmeye başlayan bireylerin çoğunluğu el kitapları ile durumu idare edebilmektedir. Şöyle ki; okuyarak olmasa da o bahsettiğim bireyler, o sözünü ettiğim el kitaplarına bakarak on derste mutlu oluyor, on derste düşünüyor, doksan dakikada felsefe öğreniveriyorlar!..

Başından beridir aslında şunu söylemeye çalışıyorum; Günümüzde kolaylığın getirdiklerini adeta bir nimetmiş gibi algılanan şeyler yobazlık ve bağnazlık ile sonuçlanmakta insanı düpedüz asalak hale getirmektedir!

Sadece dindarın değil, her fikri, düşünceyi savunanın da ‘mutaassıbı’ yani bağnazı vardır: At gözlüklerini takmış, kendisininkinden başka hiçbir fikre veya düşünceye saygısı, tahammülü olmayan yobazların kolayca kutup değiştirebildikleri de bilinen bir gerçektir. Bunlar kızıl iken kara olurlar, yeşil iken de bir bakarsınız mor oluverirler. Adına yobazlık denilen tedavisi çok zor bu illetin temelinde ise kendine güvensizlik, yetersizlik, cehalet, beyin yıkanması gibi sebepler yatmaktadır. Muhafazakarlık ise aslında bugünü düne bağlayan, zengin tecrübe ve kültür mirasından yana bir tavır takınmaktır. Muhafazakarlık; aslına bakarsanız kesinlikle yeniliklere karşı koyma hareketi değildir. Sadece, yeniliklerin geçmişe ait değerler hazinesini tahrip etmesine karşı olmaktır. Kısacası, muhafazakarlık tarihi, tarihten kazanılan tecrübe ve kültür zenginliklerini, toplumsal değerleri korumayı amaçlar, yeniyi ve yenilikleri asla reddetmez. Eğer yeni ve yenilikleri reddederse bu eylem muhafazakarlıktan çıkarak irticaya yani gericiliğe dönüşüverir!..

Sözlük anlamıyla İrtica; Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen kimselerin eylemi olarak tarif edilmektedir. Muhafazakarlık ile irtica aynı şey olmadığı gibi, irtica ve yobazlık da aynı şey değildir. Yobaz ise asla samimi değildir…

Yobazlar; öncelikle kesinlikle geçmişin hortlamasını ister. Tarihin, din ve milliyetçilik esaslarının ne olduğunu bilmez, bilmekte istemez. Onlar her daim muhafazakarlık veya irticai eğilimlerini istismar ederek kargaşa çıkarmak, rakiplerini ezmek, geçici bir nüfuzla bazı dünya nimetlerini elde etmek isterler. O nedenledir ki, Osmanlı tarihindeki irtica hareketlerinin hepsine birer yobazlık hareketi olarak bakılmalıdır. Bu hareketlerin tamamı dinin otoritesini temin için değil, bu bahane ile makam ve servet elde etmek için gerçekleştirilmiştir. Yobaz, bilgisiz ve haristir.

Yobaz; asla başkalarıyla münakaşa etmez yani tartışmaz, sadece söver, kendinden daha bilgisizleri bilenlere karşı kışkırtır. Yobazın okumuşu olarak tanımlanabilecek akademik yobazlar ise kendisinden farklı olanı asla kabullenemez. Farklı olan, daha en baştan onlar tarafından değersizlik damgasını yiyiverir. Bu tür yobazlığın genel özellikleri, akıl kullanımının söz konusu olduğu olgular karşısında kapılarını her türlü akılcı yani analitik yaklaşıma kapatmak, daha en baştan katı ve kesin bir tutum benimsemek, bu tutum ve anlayışın ezeli ve ebedi doğruluğa sahip olduğuna koşulsuz biçimde inanmak, dünyada olup bitenler hakkındaki (içeriği ne olursa olsun) tüm kararlarını bu doğruluk kabulüne göre vermektir. Kişi önce kararını verir, sonra bunu, en baştan ezeli ve ebedi doğru saydığı tutumunda temellendirir. Yobazlıkta farklı olan bir ötekinin varlığına kesinlikle tahammül yoktur. Bu açıdan düşününce, yobazlığın dinsel içerikli davranışlardan dünyevi yani dindışı tavırlara kadar geniş bir yelpazeye yerleşebileceği ortaya çıkmaktadır. Yobazlık çerçevesinde, fikir yobazlarından da söz edebiliriz. Onlar fikirlerini yeni baştan ve tekrar tekrar gözden geçirip kendilerini zihinsel olarak olgunlaştırıp kabul ettiremedikleri gibi, başka fikirleri anlama çabası da göstermezler. Fikir yobazları kendi fikirlerinin ezeli ve ebedi doğru olduğuna daha en baştan deyim yerindeyse iman etmiş gibidirler. Bir kişi, belki hayatını da adayabilecek tarzda herhangi bir fikri benimseyebilir. Bu tutum onu yobaz yapmaz. Ama ne zaman ötekinin hakkını sırf öteki olduğu için yok saymaya başlarsa, işte o zaman fikir yobazı olmuş olur. Bu ruh, değişen zamana, mekana ortamlara ve kurumlara rağmen olanca katılığıyla değişmeden kalır. Yobazlığın aslında akademik dünyada hiç var olmaması gerekir. Çünkü orada bilimsel tavır esastır ve bilimin de ilk ve olmazsa olmaz özelliği, eleştirel tavırdır. Akademik ruh eleştiriye kapalı olamaz ve her türden katılaşmayı reddeder. Eleştirinin olduğu yerde akıl kullanımıyla birlikte farklı tezler de vardır. Dolayısıyla katı tavırla bilimsel zihniyet bir arada barınamaz. Akademik yobazlık farklı olanı asla kabullenemez.

'Yobazlık ve bağnazlık üzerine' bu denli ayrıntılı biçimde boşuna yazmadım elbette…

Daha önceleri ve bundan sonraki süreçte yine bu sütunlarda sizlere anlatmaya çalıştığım ve çalışacağım gerçeklere dayanan güncel gelişmeleri daha net biçimde anlamanız ve dolayısıyla algılamanız amacıyla bu meseleyi bugün bu denli irdeleme gereği duydum. O yüzden önümüzdeki günlerde bu konuya ilişkin yazacakları dikkatle okumanızı, takip etmenizi öneriyorum..