HAYAL DÜNYASINDA PLANSIZ EKONOMİ DAİMA GERÇEKLİK DUVARINA TOSLAR!..

Devletçilik ilkesinin yansıması olarak 1930’lu yıllarda buğday üretiminin desteklenmesi için
çıkarılan kanunlar bugüne ışık tutuyor. Buğday alımının devlet kontrolünde olmasını ve Ziraat
Bankası’nın yetkili kılınmasını öngören 3 Temmuz 1932 tarihli “Hükümetçe Ziraat Bankası’na
Mubayaa Ettirilecek Buğday Hakkında Kanun” ile buğday üretimi hız kazanmaya başlamıştır.
Söz konusu bu yasayla buğdaya alım garantisi getirilmiş ve buğday fiyatının korunması
sağlanmıştır. Demiryolu ulaşımının yaygınlaşmasıyla Anadolu’da çeşitli istasyonlarda buğday
alım merkezleri belirlenmiştir. Ziraat Bankası bu merkezlerde buğday alımı yapmıştır.
Buğdaydan elde edilen ürünlerin ithalatını sınırlamak ve buğdayı korumak için 29 Mayıs 1934
tarih ve 2466 sayılı “Buğdayı Koruma Karşılığı Kanunu” ile buğdayı koruma vergisi alınması
ve sadece köy değirmenlerinde köylülerin kendi ihtiyacı için öğütülen unlar ve ihraç edilen
unun bu vergiden muaf olması kararlaştırılmıştır. Buğdayı muhafaza etmek amacıyla 11
Haziran 1933 tarihli “Silo ve Ambarlar Hakkında Kanun” kabul edilerek demiryolu
güzergâhlarında silo yapımına hız verilmiştir. İhracat için buğdayı depolamak ve uygun bir
şekilde muhafaza etmek amacıyla bugün simge yapılar haline gelmiş olan betonarme siloların
yapımına başlanmıştır. Bu kanunun devamında 1934’te Konya, Sivas ve Eskişehir’de, 1937’de
ise Afyon, Polatlı ve Yerköy’de devasa buğday siloları yaptırılmıştır. Tarımsal kalkınmanın
önemli simgelerinden olan buğday siloları 24 Haziran 1938 tarihinde kurulan Toprak
Mahsulleri Ofisi (TMO) kurumu altında birleştirilmiştir. Yine bu dönemde ülkenin çeşitli
bölgelerinde Zirai Kombinalar yani Devlet Üretme Çiftlikleri kurulmaya başlanmıştır.
Bu devletçi uygulamaların sonucuna bakarsak, 1930 ile 1940 arasında buğday ekilen alan 28
milyon dekardan 44 milyon dekara, üretim ise 2.5 milyon tondan 4 milyon tona yükselmiştir.
İhracat 9 bin tondan 100 bin tonlara yükselmiş, ithalat ise sıfırlanmıştır. 1932 yılında buğday
alımını devlet garantisine bağlayan, 1933 yılında siloların yapımına başlayan, 1934 yılında
çıkardığı kanunla buğdaydan elde edilen ürünlerin ithalatına vergi getiren, 1938 yılında
Toprak Mahsulleri Ofisi’ni kuran tarım politikasından bugüne çok şey değişti. Devletçi
ekonomi ve planlı kalkınma dönemlerinin ardından 1980 sonrası yaşanan neoliberal saldırı ve
kamuculuğun tasfiyesi bizi bugünlere taşımıştır. Tüm bu bilgileri Mühendis Yazar Recep
Yılmaz’ın geçenlerde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan makalesinden alıntıladım. Konunu
bugününe hatta izdüşümüne baktığımız da ise çok farklı ve de vahim bir tablo ortaya
çıkmaktadır. Aslında bugüne baktığımızda AKP’nin devletçi ve kamucu mirasa karşı giriştiği
saldırgan politikaların başında özelleştirme gelmektedir. ANAP ile başlayan sonraki
hükümetlerle devam eden ve AKP ile son seviyeye ulaşan kamuculuğun tasfiyesi ve
özelleştirmeler, yaşananların başlangıcıdır. Devlet Üretme Çiftlikleri, Toprak Mahsulleri Ofisi,
Zirai Donatım Kurumu, Süt Endüstrisi, Et Balık Kurumu, Şeker Fabrikaları, SEKA, TEKEL gibi
tarımsal üretimi destekleyen KİT’lerin tasfiye edilmesi ve Ziraat Bankası’nın amacından
uzaklaştırılması her şeyi özetlemektedir. Türk çiftçisinin “kara gün dostu” denilen TMO
bugün sadece ithalat yapan bir kurum haline getirildi. TMO, sık sık açtığı ihaleler ile tarım
tekellerini memnun etmekte ancak ülke çiftçisini ithalat ile baskıladığı fiyatlarla kaderine terk
etmektedir. TMO, 17 Mayıs 2021’de açıkladığı taban fiyat listesi ile ekmeklik buğdayın
kilosunu kendi çiftçisinden 2 lira 25 kuruşa satın alacağını duyurmuşken yaşanan kuraklığın
etkisiyle buğday ortalama 2 lira 50 kuruşa alıcı bulmuştur. Bugün ise stoklar neredeyse 5

liraya boşaltılmakta ve ithal buğday için yabancı ülkelerin çiftçilerine 5 liraya yakın bir fiyat
ödenmektedir. İthal buğdayın tonu 25 Kasım 2021 tarihli ihaleye göre 390 dolardır. Dolar
kuru o gün 12 lira iken bugün neredeyse 14 liradır. İthalat bağımlısı tarım politikasından
dolayı şu an zincirleme olarak buğday, un, ekmek fiyatları devamlı artmaktadır. Temmuz
ayında 150 lira olan bir çuval un fiyatı şu an ortalama 350 liradır. Gelinen noktada 2002 ile
2020 arasında buğday ekilen alan 93 milyon dekardan 70 milyon dekara gerilemiştir. Üretim
bu dönemde 20 milyon ton civarında sabit kalmıştır. Buğday ithalatı ise 1 milyon tondan 10
milyon tona yükselmiştir. 2002'de 65 milyon nüfus ve 15 milyon turiste karşılık buğday
üretimi 20 milyon ton iken son yıllara baktığımızda 84 milyon nüfus, 45 milyon turist ve 6
milyon göçmene karşılık üretim yine aynı 20 milyon ton olmuş; 2021 üretimi ise kuraklıkla
beraber 17.5 milyon tona düşmüştür. AKP dönemi boyunca buğdayda yerli üretimi artıracak
sert önlemler alınmazken toplam 76 milyon ton buğday ithalatına 20 milyar dolar ödenmiştir.
Toplam tarımsal ithalat ise 120 milyar dolara ulaşmıştır. Yine bu dönemde 35 milyon dekar
büyüklüğünde tarım arazisi üretimden çıkmış ve çiftçi sayısı bir milyon 700 bin civarında
azalmıştır. Neo-liberal saldırılar ile birlikte tarımda “çağ atlayan” Türkiye artık üretim değil
ithalat cenneti haline gelmiştir. Bu düzen “Sen üretme ben ithal ederim, hem de daha fazla
fiyata ithal ederim” demektedir. Çare, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılanları, alınan
önlemleri hatırlamak, yerli üretimi artırmak, ithal girdileri içeride üretmek ve neo-
liberalizmin piyasacı yaklaşımına karşı kamuculuğu yeniden inşa etmektir, diye
düşünüyorum. Aksi halde yazımın başlığında ifade ettiğim hatta vurguladığım gibi Hala
dünyasında yaşadığını, yaşatıldığını düşündüğüm ülke ekonomisi gerçeklik duvarına
toslamaktan asla kurtulamaz!..