Hırs insan hayatını yönlendiren önemli bir olgudur. Everest’in zirvesine çıkmak isteyen dağcı, kendi rekorunu kırmak isteyen koşucu ve aday gösterilmedim diye bağımsız olarak partisinin karşısına çıkan belediye başkan adayı… Bu kişilerin ortak noktası hırslarıdır. Hırs iyidir ancak, bazen bu hırs hastalık noktasına gelmektedir.
Amacına ulaşmak için uyarıcı madde alan sporcu, bağımsız aday olarak içinden geldiği partinin adayını seçtirmeyen eski belediye başkanı. Bu kişiler hırslarına yenildiklerinin farkında bile değiller.
Bir hırs uğruna heba edilmiş ömürler vardır. Sadece kendi ömürlerini heba etmekle kalmazlar. Sevenlerinin hayatını onlara zindan etmekten geri durmazlar.
Hele bir de yetki sahibi iseler hırslı beyin işte o zaman daha da kötüsü olur. Hiçbir şeyi affetmez ve yönetimindekilere dar eder dünyayı.
 “Sen o işi asla başaramazsın” diyen bir hoca, bir ebeveyn, bir arkadaş her zaman vardır ve senin hırslanmanı sağlar. Hırslandığınız da ise, kimlere, nelere ne zarar veriyorsunuz, yaptığınız işin kime ne faydası var artık bilemezsiniz. Önem de vermezsiniz.
Adrenalin tüm benliği sizi esir alır adeta… Ama gün gelir duvara tosladığınızda aklınız başınıza gelir. Anlarsınız hanyayı Konya’yı, hırsınıza esir düştüğünüzü anlarsınız. Ama ne yazık ki, o farkındalık çoğu zaman, andan kısa sürecektir. Ve patolojik hırs dizginleri yine ele alacak tüm ruha hakim olacaktır. 

Peki, ne yapmalı?
Tabiata, insana ya da kendimize üstünlüğü, savaşı değil, onlarla barış içinde işbirliğini aramalısınız. İngilizlerin “will power” dediği şekilde iradenizi kullanmalısınız. Başkalarının mutluluğundan ve barıştan yana olmalısınız. Hedefinize ulaşmak isterken yıkmayı, bel atlı işler çevirip kötülük etmeyi değil iyilik etmekten zevk almayı koymalısınız.
En kestirme ifadeyle; makam, mevki, para-pul, güç sahibi olmak için değil iyilik için yarışmalısınız.