Zaman ilerledikçe, toplumların daha eğitimli, çalışanların da daha vasıflı olacağına inanılır. Hatta 'aydınlanma' sonrası düşünce ile insanın doğa üzerindeki egemenliğinin yeni bir 'medeniyet' yarattığı düşünülür. Dolayısıyla eskiye göre daha eğitimli ve daha vasıflı bireylerden oluşan toplumların, sürekli 'daha iyiye' yöneleceği, 'ilerlemeci' olmanın ve doğrusal tarih okunmasının mantıksal bir sonucudur. Bu düşünceyi, 'Sanayi 4.0' gibi teknolojik gelişmelerin gündeme geldiği günümüze taşıdığımızda, 'Sanal Zeka' ve 'robotik teknoloji' uygulamalarının gelişimi ile eğitimsiz ve vasıfsız çalışanların işlerinin tehdit altında olduğu, öte yandan eğitimli ve vasıflı çalışanlar için yeni iş alanlarının açılacağı ileri sürülüyor. Teknoloji iyimserlerine göre, teknolojik gelişme vasıfsız emek için sorunlar yaratacak olsa da sonuçta vasıfsızların elenmesiyle ortaya daha donanımlı bir toplum çıkacak. Ancak mesele göründüğü kadar basit olmayabilir. Şöyle ki; Ya teknolojik gelişme vasıfsızlaşmayı beraberinde getiriyor ise veya getirir ise!..

Toplumun 'genel zekası' makinelere aktarıldıkça, vasıflı çalışanlara daha az ihtiyaç duyuluyor ise!..

Eğer teknolojik gelişme ‘vasıfsızlaştırma’ ile birlikte geliyor ise ya da gelir ise!..

Tüm bunların sonucunda toplumun niteliksizleştirmesi ile vasatın iktidarı birbirini tamamlayan gelişmeler olarak görülebilir mi!..

Teknoloji, teknik, nötr ve apolitik bir kavram değildir hem yatay, hem dikey sınıf mücadelesinin bir alanıdır. Bunun anlamı, teknolojik gelişmenin ana yörüngelerinin firmaların ve devletlerin ihtiyaçlarına göre şekillenmesidir. Gerçekten de kritik teknolojik gelişmelerin yaşanmasında devletlerin askeri amaçları önemli rol oynarken, esas etki üretimin kapitalist temelde örgütlenmesinden gelir. Kapitalizmi, kendinden önceki diğer üretim modellerinden ayıran, ekonomik büyümenin emek üretkenliğindeki artışa dayanmasıdır. Bunun nedeni, piyasa sistemi içindeki firmaların arasındaki rekabettir…

Bir firma, ya aynı ürünü diğerinden daha ucuza üretebilmek ya da daha önce var olmayan yeni bir ürün ortaya çıkabilmek için diğer firmalar ile rekabet halindedir. Sınıf mücadelesinin yatay biçimini oluşturan sermayeler arası rekabet, ülkeler düzeyinde de geçerlidir. Ülke ekonomileri içinde nitelikli ürün ihracatının yüksek olması, erken kapitalistleşmiş ile geç kapitalistleşmiş ülkeler arsındaki en önemli farklardan birini oluşturmaktadır. Teknolojik gelişmeyi teşvik edici olan unsurlar sermayeler arası rekabetten doğabileceği gibi, sınıf mücadelesinin dikey boyutundan, yani emek ile sermaye arasındaki mücadeleden de doğabilir. Ücretler genel seviyesinin arttığı, bunun içinde vasıflı işçilerin daha da yüksek ücret talep ettiği bir ortamda, emekten tasarruf edecek teknolojilerin geliştirilmesi, yani emek üretkenliğinin arttırılması, sermaye ile emek arasındaki mücadelenin önemli bir parçasıdır…

Karl Marks, 'Grundrisse' adlı eserinde, bir toplumda belirli bir zamandaki verili üretim bilgisini 'genel zeka' olarak tanımlar. Bundan esinlenerek 'genel zeka' tanımını biraz daha genişletirsek, teknolojinin ve bilimin bir toplumdaki verili bilgi düzeyini yansıttığını ve bunun da sermayenin emrine verilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Üretim araçlarının özel mülkiyeti, nasıl sermayedarlara birikimi denetleme olanağı veriyorsa, toplumun genel zekasının denetimi de teknolojik gelişmenin ana kulvarlarının belirlenmesi olanağını vermektedir. Teknolojinin ve bilimin sermayenin emrinde olması, bunlardan halkın yararlanmaması anlamına gelmez. Bilim ve teknoloji metalaştıkça, bunların bir değişim değeri olduğu gibi, kullanım değeri de olmak zorundadır. Teknolojik gelişmeler sermayenin emrinde olsa da bu gelişmelerin üretime uygulanması sonucunda ortaya çıkan ürünlerin kişilerin ya da diğer firmaların ihtiyaçlarını karşılaması zorunluluğu, bu gelişmelerin nihai yani sonuç olarak halka yansıdığı alanlardır. Ancak burada kullanım değeri üretmek, yani insanların ihtiyaçlarını karşılamak öncelikli amaç değildir. Nihai amaç kar etmektir, kullanım değeri bunu sağladığı ölçüde üretilir. Bugünkü yazımın girişinde de belirttiğim gibi; zamanla toplumların daha eğitimli ve vasıflı olacağı, hatta teknolojik gelişmelerin de bu sayede gerçekleştiği, yaygın bir kanaattir. Yani daha eğitimli ve vasıflı kuşakların gelişmesi ile yeni teknolojilerin gelişmesi birbiri ile ilişkili olarak görülüyor. Zira günümüzde de kalkınmanın yolunun vasıflı emek gücü yaratmaktan geçtiği genel kabul gören bir görüş. Kısacası, eğitim şarttır!..

Ancak teknoloji ile nitelikli emek arasındaki ilişki her zaman düşünüldüğü gibi olmayabilir. H. Braverman’ın 1974'de yayımlanan 'Emek ve Tekelci Sermaye' adlı kitabı, teknolojik gelişme ve emek süreçlerinin sermaye tarafından düzenlenmesinde bilimin yardımına başvurulması ile daha vasıflı emeğe duyulan ihtiyacın azalabileceğine işaret etmiştir. Braverman’ın kitabına ve sonrasında bu kitaptan türeyen 'emek süreci' tartışmalarına asla haksızlık ve hadsizlik etmek istemem, çünkü meselenin pek çok başka boyutu olabilir. Burada konunun sadece bir yönüne, farklı bir boyutuna dikkat çektiğimi belirtmek isterim. Aslında Münih Üniversitesi’nden D. Marin’in 2015'de yayımlanan 'Küreselleşme ve Robotların Yükselişi' adlı makalesi, güncel veriler sunarak bu tartışma için oldukça verimli bir zemin oluşturmaktadır. Martin’in makalesinde tartıştığı hipotezlerden biri şudur: Akıllı makineler, vasıflı emeğe olan talebi artırmaktansa zeki insanların yerini alacak ve sonuçta vasfın göreceli fiyatı gerilemiş olacaktır. Bunun anlamı şudur: ‘Sanal Zeka’ uygulamalarının gelişimi ve akıllı robotlarla birlikte, düşündüğümüz gibi daha donanımlı, vasıflı emek gücüne olan ihtiyaç artmayabilir. Aksine daha muhtemel olan gelişme, emek piyasasının hem ulusal olarak hem de uluslararası ölçekte daha da kutuplaşması. İki kutupta yoğunlaşan emek talebinin bir ucunda nitelikli, vasıflı emek yer alırken, diğer kutupta niteliksiz ve vasıfsız emek yer almaktadır. 'Sanayi 4.0' başlığı altında tartışılan teknolojik gelişmelerin yerinden edeceği işler ise bu iki kutup arasındakiler oluşturmaktadır. Kısacası, bu kutuplaşma, ne vasıfsız emeğe duyulan ihtiyacı azaltmakta ne de genel olarak toplumun daha vasıflı olmasını teşvik etmektedir. Aksine; vasıfsız emeğe olan talebin sürdüğü, orta düzeyli vasıf gerektiren işlerin elendiği ve az sayıda nitelikli emek talebi olan bir toplum yapısı ortaya çıkartabilmektedir…

Kısacası, eğer teknolojik gelişme, düşünüldüğü gibi daha eğitimli toplumlara ve daha nitelikli emeğe ihtiyaç duymuyorsa, yeni bir teknolojik atılımın eşiğindeyken yükselen 'sağ siyaset eksenli popülizm' bu süreç ile gayet uyumludur, diyebilir miyiz?..

Hem emek piyasasından dışlanan hem de vasıfsız ve eğitimsiz olan milyonları hangi siyasi rejim altında yönetmek daha kolay olabilir?..

Toplumsal vasıf düzeyi ya da yukarıda işaret ettiğim 'genel zeka' çalışanlardan makinelere aktarılıyorsa, niteliksizleşme ve dolayısıyla 'vasatın ve vasatların iktidarı' giderek yeni olağan haline geliyor olabilir mi?..

Bunu hiç düşündünüz mü?.