EMEK, ÜRETİM VE İNSAN
Emek, bir üretim sürecinde, her şeyden önce gelen ve her şeyin başlatıcısı niteliği taşıyan temel faktördür. Çalışmak, emek harcamaktır. Emek gayet açıktır ki, insanın kendisinden başka bir şey değildir. Karl Marx, emek ile emek gücü arasındaki ayrımı yaparken tam da emeğin insan denen varlığı temsil etmesini vurgulamıştır. Yani ‘EMEK eşittir İNSAN’ dersek yanlış bir şey söylüyor olmayız. İnsanlar, harcadıkları emek, yaptıkları çalışma, ürettikleri ürünler üzerinden kendilerini gerçekleştiren, özvarlıklarını doğrulayan, hayatlarına bu sayede bir ‘ANLAM’ katan varlıklardır. İnsan-üretim-ürün ilişkisi her şeyden önce işletme yönünden veya salt kurumsal değil, antropolojik bir sürece işaret eder. Bu ilişki insanın özünden fışkırır ve insan denen varlığı hayata bağlayan, onun varlığa kavuşmasını sağlayan, varlıklar alanında görünmesinin kaynağı olan en temel ve yaratıcı süreçtir. İnsan, ürettiği ürünler ve bunların topluma, dünyaya sağladığı değerlerle hayata katılır, yaşamını anlamlı kılar. Bu ilişkinin ontolojik ve antropolojik temelini anlayamadan ya da çözümleyemeden iş dünyasında, iş hayatında ve şirketin koridorlarında ancak yabancılaşan, yalnızlaşan, çalışmaktan ve yine Karl Marx’ın dediği gibi “vebadan kaçar gibi kaçan” çalışanlar ordusu yaratırsınız. Bundan da ne çalışan ne de şirket bir hayır görür! Dolayısıyla, kurumsal yönetim açısından baktığımız zaman, her şeyden önce, insanı insan olarak çözümleyememiş, insana ve insan emeğine gerekli saygıyı gösteremeyen, üretim denen şeyin insan için temsil ettiği anlamı içselleştirememiş bir yaklaşıma tanık oluyoruz. İkincisi, bu haksız uygulamaya maruz kalan insan herhangi bir insan değildir. Çünkü o insan, çalışma hayatına yeni yeni giriş yapmakta olan, enerjilerle, heveslerle, hayallerle dolu, öğrenmek ve çalışmak isteyen, bireysel ve toplumsal üretime hazırlanan genç insandır. Üretim ve ürün bilinci, insanın içsel potansiyelinin dışavurumu öncesindeki en temel aşamadır. Çalışmaya başlayan genç, hayatında ilk kez, gerçek anlamda, kişisel potansiyelini fiili manada uygulamaya geçirmiş, içsel enerjilerini, yetenek ve becerilerini, eğitimi boyunca öğrendiği teorik bilgileri deneyimleyerek üretkenliğe ilk adımlarını atan genç demektir. İş hayatının başlangıcında karşılaştığı ilk muamele, onun acemiliğinden “istifade etmeye çalışan bir anlamda acımasız” bir kurum olursa, daha baştan heyecanını törpüleyen ve aksi yönde motve eden bir durumla karşı karşıya kalmaz mı? Üretim etkinliğine, üretilecek ürüne, takım arkadaşlarına ve kişinin kendisine karşı taşıyacağı sorumluluk bilincinin ve heyecan, coşku gibi duygu durumlarının yeşermesinin elverişli toprağıdır bu erken-dönemdir. Basiretli bir kurumun ve yöneticinin tüm bunları mutlak bilmesi gerekir…
Üçüncü ve son olarak, bu durum yönetim stratejisi açısından pek “akıl dolu” bir uygulama da değildir. Üretilen değer ne olursa olsun, karşılığının makul bir değeri vardır ve bu değerin bir takım manipülatif gerekçelendirmelere sığınmadan teslim edilmesi gerekir. Bir çalışan işe başlarken, amirlerinin ya da şirketin genel bakışından bağımsız, potansiyel yetenekler, beceriler, bilgiler ve motivasyona sahiptir. Yöneticinin görevi de işlevsel açıdan bu potansiyel gücü, kurum olsun, çalışan olsun, her iki tarafın da faydasını, belirlenen misyon, vizyon, strateji ve amaçlar doğrultusunda maksimize ederek etkin ve verimli bir şekilde değerlendirmek, ayrıca insan kaynakları açısından insanı bir “kişi” olarak “var” saymaktır. Ancak bu uygulama hem işletmenin etkili ve verimli yönetilmesi sürecinde yanılsama içine düşülerek küçük hesaplar peşinde koşmaktır, hem de genç çalışanı, görmezden gelmek, küçük görmek, yok saymak gibi olası etkileşimlerle onun özsaygı ve özbenlik duygularını zedeleyerek performansını ve çalışma isteğini olumsuz yönde etkileme riski taşır.
Yorum yapın