Kültürün, kazandırdığı bazı alışkanlıklar doğası gereği binlerce yılın birikimi ile peşimizi bırakmaz. Bence bazı alışkanlıklarımız; düşünmeden, sormadan, irdelemeden kuşaktan kuşağa aktarılan hazır davranış kalıplarıdır. Bunları uygulamak kolay olduğundan, insanları yeni şeyler öğrenmekten alıkoyar. Kültürün yarattığı düşünce geçmişin bekçiliğini değil, geleceğin öncülüğünü gösteren aklın yolu olmalıdır, diye düşünüyorum. Bu konuya ilişkin Eğitimci-Yazar Abdullah Yüksel’in kaleme aldığı makalesinden alıntıladığım kısa anekdotlarla ‘düşüncenin kültürden nasıl beslendiğini’ daha da derinlemesine irdelemeye çalışacağım…

Efendim, üretime dönüşen düşünce; bence özgür düşüncedir. Özgür düşünce ‘Uygar Batı’nın insanlığa armağanıdır, aynı zamanda. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Batı emperyalizmi ile savaşırken savaştıklarının karşısına Batı’nın en özgür düşüncesiyle çıkmış, özgürlük ve bağımsızlık ilkelerini benimsemiştir. ‘Özgürlük’ ve ‘Bağımsızlık’ benim karakterimdir, diyen Atatürk, aynı zamanda özgürlük ve bağımsızlık düşmanlarına karşı da savaşmıştır. Büyük Önder sonuç olarak “Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir!” diyerek tüm dünyada karşı barışı savunmuştur. Batı Dünyası; özgür düşünce uğruna yüzlerce yıl kanlı savaşlar yaşamıştır. Bu uğurda milyonlarca insanını kurban vermiştir. Tüm bu acılara, kurbanlara, savaşlara rağmen bölgelerinde tamamen özgür düşünceyi yaratan Batı Dünyası, birleşik, çağdaş ve sorunsuz bir toplum olabilmiş midir? Elbette ki hayır! Montaigne’nin Fransa’sında, Goethe’nin Almanya’sında, Shakespeare’in İngiltere’sinde nice ırkçı, şoven, özgürlük düşmanı, insanlık düşmanı canavar yaratıklar çıkmamış mıdır? Hâlâ bunlar yok mudur? Elbette vardır, hem de fazlasıyla!...

Bu canavar ruhlu yaratıklar kendi pis nefislerini, çirkin kibirlerini ve insanlık dışı hırslarını kendi lehlerine çevirerek doğanın dengesini bozanlardır kanımca. Bunlar Doğada bulunan canlı, cansız her şeyi yok edenlerdir, aynı zamanda…

ABD’de, Ortadoğu’da kanlı savaşları başlatıp sonra seyreden ve oradaki petrole konan yöneticiler yok mu? Elbette var. Dünya nüfusunun binde ikisini oluşturan dünyadaki bilimsel Nobel ödüllerinin yüzde 20’sine sahip olan, gaz odalarında dedeleri yakılan Yahudilerin bugün Gazze’deki çocukları, kadınları, tüm sivil halkı hunharca bombalaması, öldürmesi, sağ kalanları açlığa terk etmesi Gazze şehrini yerle bir etmesi çok da yaman bir çelişki değil midir? İnsanlık adına, geçmişte yaşanan acı deneyimler adına, çağdaş, medeni dünya adına açıklanabilecek bir durum mudur? Bunu anlayabilmek mümkün müdür? Demek oluyor ki insanoğlunun öldürme, yok etme, yakma gibi genetik bir eğilimi mevcuttur. Büyük yazar Arthur Koestler bu durumu ‘GENETİK BOZULMA’ diye tanımlamaktadır. Bu teoriye göre; insan soyunun gelinen nokta itibarıyla çıldırdığına inanılmaktadır. Rus Yahudisi bir Alman olan Arthur Koestler, insanoğlunun; bu anlamsız bozulmalarına, kendini yok etmelerine, cinayetlere, savaşlara, insanların birbirine yaşattığı zulme dayanamayarak eşi ile birlikte intihar ederek canına son veren binlerce insan arasındadır.

Sizlere şöyle bir soru yöneltsem; Dünyanın en zengin ülkesi hangisidir? Topu, tüfeği, uçağı, füzesi, roketi fazla olan mı? Altından petrol, üstünde kan akan mı? Yoksa Milli geliri en yüksek olan devletler mi? Tüm bireylerin öğretim seviyelerinin yüksek olduğu ülkeler mi? Vereceğiniz yanıtı düşünürken elbette ki, bu sayılanların hepsi zenginlik göstergeleridir, gelişmişlik ölçüsüdür, diyeceksiniz. Ancak o yanıtların, tek başına ve hepsi bir arada yeterli olmayabilir, olmayacaktır. Eğer bir ülkede adalet yoksa birlikte yaşama iradesi ortadan kalkmışsa, hukuk yerine güçlünün, güçlü olanların dediği oluyorsa bütün niceliklerinin zenginliğine rağmen o ülkede yoksulluk, kaos ve kargaşa her an yaşanabilir. Örneğin; Arjantin ve Venezuela gibi Güney Amerika’da yer ülkeler. Aslında bir ülkenin en büyük zenginliği o toplumda yaşayan insanların birlikte yaşama iradesini gösterebilmesidir. Örneğin bizim ülkemizde, inananların, inanmayanların, Rum, Ermeni, Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Boşnak, Pomak, Gürcü, Roman, Arap, Fars, Yahudi, Arnavut kökenli olanların, ayrım yapmaksızın herkesi kucaklayan Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın Yunus Emre’nin Pir Sultan Abdal’ın yolunda gidenlerin ‘birlikte yaşama iradesi’ ortaya koyabilmesi açıkça gösterebilmesidir. Gerçekten en büyük zenginlik; o toplumdaki bireylerin her birinin hukuka, adalete ve insan haklarına özgürlüklere hiçbir şüphe duymadan inanmaları olmalıdır, diye düşünüyorum!..