Balıkesir ve Kuşların Dünyası
Kuşların dünyası dışarıdan bakıldığında sakin ve düzenli görünür, oysa bu sessizliğin ardında olağanüstü bir biyolojik yapı vardır. Özellikle sindirim sistemleri, doğanın en ilginç çözümlerinden birini temsil eder. Dişleri olmadığı için besinleri çiğneyemezler. Yiyeceği gagalarıyla koparır, yutar ve sindirim yolculuğu başlar. Kursak denen kesede besin yumuşar, ardından iki bölümlü mideye geçer. Üst midede kimyasal sindirim gerçekleşir, taşlık denen güçlü kaslı bölümde ise mekanik olarak öğütme yapılır. Bazı kuşların küçük taşlar yutmasının sebebi budur. Bu taşlar taşlık mide içinde besini parçalamaya yardımcı olur. Uçuş için hafiflik şart olduğundan sindirim süreçleri hızlıdır ve fazla ağırlık taşımazlar.
Kuşların genel yapısı da bu hafifliği ve çevikliği destekler. Tüylerin sağladığı aerodinamik avantaj, güçlü göğüs kasları ve hafif kemik yapısı onları uçmaya uygun hale getirir. Metabolizmaları hızlıdır, sık beslenmeleri gerekir. Bazı türler mevsimsel göçler yaparken bazıları ömür boyu aynı bölgede yaşar.
Balıkesir bu çeşitliliğin iç içe geçtiği nadir şehirlerden biridir. Gölleri, sulak alanları ve deniz kıyıları sayesinde Türkiye’nin önemli kuş geçiş yollarından biri üzerinde yer alır. Manyas’ın Kuşcenneti özellikle bahar aylarında binlerce kuşa ev sahipliği yapar. Göç eden türler için bir durak ya da konaklama alanı olan bu bölge, aynı zamanda yıl boyunca gözlemlenebilen yerli türlerle de dikkat çeker.
Şehrin içinde en sık görülen kuşlar arasında martı, karga ve kumru öne çıkar. Martılar deniz ve göl kıyılarında yaşar. Bazı türleri göç eder, bazıları ise bütün yılı aynı bölgede geçirir. Bu nedenle Balıkesir’de her mevsim martı görmek mümkündür.
Kargalar ise uyum kabiliyeti en yüksek kuşlardan biridir. Şehir yaşamına en iyi ayak uyduran kuşlardan oldukları için yıl boyunca Balıkesir’in sokaklarında, parklarda ve kırsalında görülürler. Genellikle göç etmezler. Bulundukları şehre yerleşir, orada yaşam döngülerini sürdürürler.
Kumrular da Balıkesir’de en sık karşılaşılan sakin türlerdendir. Parklarda, bahçelerde ve balkonlarda görülürler. Genellikle göç etmezler. Sessiz, huzurlu bir şehir sakini gibi günün her saatinde karşınıza çıkabilirler.
Bu kuşlar aslında şehrin günlük ritminin içine karışmış durumdadır. Sabah işe giden birinin kulağına çalınan ses bazen bir martının çığlığı, bazen bir kumrunun zarif ötüşü, bazen de bir karganın kendine özgü çağrısı olur. Balıkesir’in fonunda çoğu zaman fark etmeden duyduğumuz bu sesler, doğayla kurduğumuz görünmez bağın bir parçasıdır.
Kuşları izlemek, göğe kısa bir bakış atmak bile insana nefes aldırır. Bir martının süzülüşü, bir kumrunun yuva telaşı ya da bir karganın zekice davranışları aslında hayatın küçük ama değerli hatırlatmalarıdır. Balıkesir, bu hatırlatmaları cömertçe sunan şehirlerden biri olmaya devam ediyor.
-*-*-*-
BİTKİ BU ZARARI OLMAZ! GERÇEKTEN ÖYLE Mİ?
Günlük hayatımızda hepimizin bir şekilde yolu aktarlara düşüyor. Bir bitki çayı, bir karışım, bir şifa önerisi… Hele de komşuların yıllardır birbirine anlattığı o “mucize” tarifleri yok mu! Sanki her derde deva, hiçbir riski yokmuş gibi sunuluyor. Bitki olunca masum, doğal olunca zararsız diye düşünüyoruz. Oysa işin gerçeği çok daha farklı. Bugün artık biliyoruz ki doğanın sunduğu her armağan, doğru ellerde şifa olurken, bilinçsiz kullanıldığında insanı ağır bedellerle yüzleştirebiliyor.
Bizim kültürümüzde bitkisel tedavi geleneği çok güçlü. Anneannelerimizin papatya çayından tutun da nane limonuna, rezene suyundan adaçayına kadar pek çok önerisi kuşak kuşak taşındı. Bunların birçoğu gerçekten hafif şikâyetlerde faydalı da olabiliyor. Fakat mesele, sınırı aşmaya başladığımız anda tehlikenin sessizce su yüzüne çıkması. Çünkü bitkiler masum değildir. Doğru doz çok önemlidir. Her bitkinin vücutta çalışma biçimi, etkileşimleri ve yan etkileri vardır. Örneğin adaçayı. Fazlası kalp ritmini bozabiliyor. Çörekotu yağı… Kontrolsüz kullanılırsa karaciğeri yorabiliyor. Sinameki. Yıllardır zayıflamak için içenler var ama bağırsak tembelliğine yol açabileceğini kimse konuşmuyor. Kantaron yağı. Güneşe çıkınca ciltte ciddi yanıklara sebep olabiliyor. Aktarda “çok iyi gelir” diye satılan nice karışımın aslında düzenli ilaç kullanan biri için hayati riskleri olabiliyor. Tansiyon ilacıyla birlikte içilen bir bitki çayı bile bazen ölümcül sonuçlar doğurabilir. Ne yazık ki çoğumuz “bitki bu, zararı olmaz” diye düşünüyoruz. Oysa bugün doktorlar bile bitkisel ürünleri önerirken çok dikkatli davranıyor. Çünkü halk arasında yaygın olan bir bilgi yanlışı var. Doğal olanı, ilaçtan daha güvenli zannediyoruz. Bu hatalı düşünce, her yıl binlerce kişiyi hastanelik ediyor. Hele ki aktarlardan alınan karışımların içeriği, dozu, saklama koşulları bile çoğu zaman belirsizken. Benim derdim kimseyi bitkilerden soğutmak değil. Elbette nane limonun, ıhlamurun, papatyanın, kekik suyun yerel kültürümüzde çok değerli bir yeri var. Fakat mesele şu: Bilgi eksikliği ile şifa arasında çok ince bir çizgi var. Doğal olanı doğru kullanırsak iyi gelir. Yanlış kullanırsak aynı hızla zarar verir. Bu yüzden bir bitki çayı içmeden önce bile birkaç şeye dikkat etmek gerekiyor. Kullandığınız ilaçlarla etkileşir mi, kronik hastalığınız var mı, önerilen doz ne, hangi süreyle kullanılmalı… Bunlar basit ama hayati sorular. En önemlisi de aktarlardan alınan her ürünü “ilaç” gibi ciddiye almak. Çünkü yanlış olan, bitkiler değil. Yanlış olan onları gelişigüzel ve kulaktan dolma bilgilerle ilaç niyetine tüketmemiz. Bitkiler ilaç değildir ve sadece bağışıklık sistemine yardımcı olurlar.





