Yüzüncü kuruluş yıldönümüne eriştiğimiz Cumhuriyetimizin en veciz tanımını Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1933’de yani Cumhuriyetimizin 10. Yılında şöyle yapmıştır: “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.” Atatürk bu veciz sözlerinin devamında ise “Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir.” Demiştir. Buradan hareketle şu soruyu soracak olursak; Atatürk hangi rejime, hangi idare şekline karşıydı? Bunun yanıtını ise yine Atatürk 1925 yılında TBMM kürsüsünde vermiştir; “Cumhuriyet, ahlaksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.” Atatürk Cumhuriyet idaresinin tahrip edilmesine sessiz, tepkisiz kalınamayacağı konusunda ise Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 1923’de şu sözleri ifade etmiştir; “Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmağa hazırız.”

 Tarihsel süreç içinde, Ortaçağ’daki krallıklar, imparatorluklar, şahlıklar, padişahlıklar, Hıristiyanlıkta da Müslümanlıkta da dine, tarikatlara, kiliseye, papazlara, papaya, imamlara, şeyhülislamlara, özetle dine ve din adına toplumu yöneten din adamlarına dayalıydılar. Çağımızdaki diktatörlükler de yine bütün dinlerde, çoğunluğun dinsel/ mezhepsel değerlerini ve kimliklerini, din adamlarını, kendi otoriter ve totaliter yönetimlerine destek olarak kullanmışlardır. Bu nedenlerle, Anayasal temele dayalı Özgürlükçü Demokratik Cumhuriyet, her şeyden önce din adamları/toprak ağaları sınıfının egemenliğine karşı durmak, başka bir deyişle, laik olmak zorundadır. Bu anlamda bakıldığında ve değerlendirildiğinde laiklik de elbette sınıfsaldır. Nitekim, Batı uygarlığı ancak Rönesans ve Reform ile kilisenin/toprak ağalarının yani asillerin egemenliğinden kurtulduktan, yani devleti laik bir kimliğe kavuşturduktan sonra gelişmiş, dünya egemenliğini Osmanlıların elinden almış ve Demokrasiyi geliştirmiştir. Oysa ülkemizdeki Cumhuriyet düşmanları halen, halihazırda Demokrasiyi saptırarak laikliğin altını oymakta, Demokratik Hak ve Özgürlükleri kötüye kullanarak egemenliği yeniden din adamlarına vermeye, Temel Hak ve Özgürlükleri sınırlamaya ve kısıtlamaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda elbette ki İslam dünyasındaki tek Demokratik Cumhuriyet olan Türkiye’de laiklik, bu rejimin önkoşuludur, önkoşulu olmalıdır, sayılmalıdır. Laiklik olmadan ne Cumhuriyet olur ne Demokrasi ve ne de Demokratik Cumhuriyet. Sizce de öyle değil midir? Ancak önemle ve hassasiyetle belirtmeliyim ki, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin laiklik ve laikliğe karşı çıkan tarikatlar karşısındaki utangaç tutumu, utangaç tutumdan öte tavizkar davranış ve siyaset hamleleri ülkenin siyasetinde çok önemli bir boşluk ve hatta ileriye dönük tedirginlik yaratmıştır.  Bu boşluk ve toplumun laiklik duyarlılığı olan kesimindeki tedirginlik, şimdilik tepkisel düzeyde kalan öfke, umarım yakın gelecekte, kitlesel bir yılgınlık ve bıkkınlığa dönüşüp sandıkta hezimet şeklinde seçim sonuçlarına yansımaz. Şu an zayıf bir olasılık düzeyinde ama bir de şunu öngörebilirim; Laiklik başta olmak üzere, halkçılık, devletçilik, sosyal politikalardan kopuş, vahşi kapitalizme teslimiyet, küresel finans aktörlerinin sömürü düzenine tam uyum gösterilmesi gibi Türkiye’ye egemen olan siyasal ve sınıfsal yapıyı doğru değerlendiren ve doğru teşhislerle doğru çözüm önerileri sunmaya aday ülkemizde mevcut bulunan diğer sol ve sosyalist hatta komünist partiler, “SİYASETTE ÜÇÜNCÜ YOL“ seçeneğini sunmak ile görevli olduklarını ifade etmektedir. Bu durumda en fazla CHP’nin şapkasını önüne koyup, düşünmesi gerektiğini, yani aklına başına toplaması gerektiğini açıkça göstermektedir…