Yirmi biri yılı aşkın bir süredir devam eden Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının süregelen eğitim programı, giderek laik çizgiden uzaklaşmış ve müfredata bakıldığında dinsel öğreti ve değerlerin arttığı gözlenmektedir. Bu durum kanaatim odur ki, Cumhuriyetimizin bugünü ve geleceği açısından son derece tehlikeli bir gelişme sayılmalıdır. Çocuklarımız ve gençlerimiz, günümüzde uygulanmaya çalışılan eğitim programı çerçevesinde, uygarlıktan ve çağdaşlıktan uzak bir yolda yürümeye yönlendirilmektedir. Bu durumda, büyük Atatürk’ün eğitim devrimi konusundaki düşüncelerini bir kez daha anımsatmakta yarar görmekteyim. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün başlıca amacı, cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. O yüzden Atatürk şöyle diyordu; “Bu memlekette eskiden beri cehalet devam ediyor. Eski idareler, bu cehaleti sürdürmeyi kendi devamları için bir gereklilik gibi görüyordu. Bu memlekette cehaleti süratle ortadan kaldırmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.”

Atatürk, bu konuya dair yine bir başka açıklamasında da şöyle demektedir: “Hepimizin şahsi saadeti, çoğunluğun hayat ve saadetiyle mümkündür. Eğer çoğunluk, yani memleket ve millet, mesut ve mamur olmazsa beş-on kişinin saadetinden ne çıkar? Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa, umumi felaket muhakkaktır. Şimdiye kadar izlenen yöntem, maalesef azınlığın refahının sağlanmasına yönelikti. Bu millet ve memleket, beş-on kişinin saadet ve selameti için, beş-on kişinin sefahati (zevk ve eğlencesi) yüzünden bu hale gelmiştir.”

Yine kanaatim odur ki, şimdiye dek ülkemizde gelmiş, geçmiş iktidarların bence amacı, Atatürk’ün bu veciz sözleriyle belirttiği gibi, cehaletin sürdürülmesi olmamış mıdır? Sorarım sizlere!..

Özellikle 1950 yılından itibaren iktidara gelen hükümetler, daima kendi kişisel çıkarlarını ön plana alarak çoğunluğun büyük ölçüde cahil bırakılmasını tercih etmişlerdir. Kurtuluş savaşı yıllarında Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sürerken Mustafa Kemal Atatürk, 15-21 Temmuz 1921 tarihlerinde Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’ne katılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, cepheyi bırakarak bu kongreye katılmış ve burada ulusal eğitim tarihimize geçecek olan nutkunu okumuştur. Bu nutukta Mustafa Kemal Atatürk, şöyle demektedir: “Silahla olduğu gibi, dimağı ile de mücadele zorunluluğunda olan milletimiz, her ikisinde de başarıya ulaşacaktır.”

Mustafa Kemal’e göre ulusal eğitim politikasının temeli, cehlin yani cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Mustafa Kemal Atatürk, aynı konuya ilişkin şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Halkımıza okumak, yazmak, yurdunu, milletini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi ve ahlaki bilgi vermek ve matematik esaslarını öğretmek ilk hedefimiz olmalıdır.”

Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal Atatürk, 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere hitap ederek şunları söylemişti: “Ordularımızın zaferi, öğretmenlerin zaferine zemin hazırlamıştır ve hakiki zafer, eğitim ve öğrenim alanlarında başarıyla temin edilecektir.” Atatürk’e göre eğitim, her şeyden önce milli olmalı, ‘cumhuriyetçi yeni kuşaklar’ yetiştirmeliydi. Eğitim, laik temelli olmalıydı. Ancak ve ancak dini etkilerden uzak bir eğitim, Türkiye’yi çağdaş uygarlığa taşıyabilirdi. Öğretim ve eğitim karma olmalıydı. Kız-erkek ayırımı kesinlikle yapılmamalıydı. Öte yandan eğitimin başarılı olması için, öğretmenlik mesleği de çekici yani cazip hale getirilmeydi. Atatürk, bu mesleğe verdiği değeri şu sözleriyle ifade etmiştir: “Öğretmenler, dünyanın her tarafında toplumun en saygıdeğer ve fedakâr unsurlarıdır. Öğretmenlerin başarısı, Cumhuriyetin başarısı olacaktır.” Atatürk’ün bütün istediği bir “kültür ordusu” yaratmak ve bununla Türk ulusunu dar kafalı bilgisizlerin elinden kurtarmaktı. Bunun yolu da ulusal eğitimi sağlamak ve herkesi bu eğitimden yararlandırabilmekti. Bütün yurttaşlara eşit eğitim fırsatı verilebilmeliydi. Atatürk’e göre, eğitimde benimsenmesi gereken iki yol vardı: Ulusal eğitim ve eğitim birliğinin sağlanması. Ulusal eğitimden Atatürk’ün anladığı şuydu; Türk halkının hurafelerden kurtarılması, düşünüşün dinsel inançlara değil, bilim ve fenne dayanmasıydı. Bilimsel düşünceye dayanan laik eğitimdi. Eğitim birliğinden Atatürk’ün anladığı ise ulusun bütün bireylerinin bilim ve fenne dayanan aynı öğretimden geçmesi ve eşit eğitim almasıydı. Atatürk; bütün öğretimin bir elden bir anlayışla yürütülmesi görüşündeydi, yani bütün yurt çocukları bilim ve fenne dayanan, çağın gerçeklerine ve isteklerine uygun düşen bir okul düzeninden geçmeliydi. Atatürk’ün uyguladığı eğitim politikası sayesinde Türkiye, çok kısa bir sürede her dereceden okullarıyla milli, laik ve çağdaş bir eğitim sistemine geçmeyi başarmıştır. Bugün, Cumhuriyetimizin 100. yılında, Atatürk’ün yüz yıl önce hedeflemiş olduğu laik eğitimi tam anlamıyla gerçekleştirememiş ve kendini uygar dünyadan büyük ölçüde soyutlamış bir ülke durumuna düşürülmüş olmaktan ötürü, ben kendi adıma büyük mahcubiyet duymaktayım! Acaba asıl mahcubiyet duyması gerekenler gerçekten o mahcubiyeti, hatta utancı duyuyorlar mı?..