Bu garip, hatta acayip seçim masalını anlatmaya başlamadan önce, oluşan şaşkınlık ve merakı anlatmak adına kısa bir açıklamada bulunmayı yararlı görüyorum. Yazılarımı gazeteden ve sosyal medya üzerinden günü gününe takip edip okuyan sevgili dostlarım hemen anımsayacaklardır; geçen yıl iki turlu olarak gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri ve bu yılın 31 Mart’ında yapılan yerel seçimler öncesi ya da bir gün sonrasında benzer başlık ve içerikli yazılarım yayımlanmıştı. Bugünkü yazımın adı da ‘çok garip bir seçim masalı!..’

“Bu kez seçim meçim yok niye bu yazı yeniden karşımızda?” Şeklinde bir soru sorduğunuzu duyar gibiyim. Efendim hemen açıklayayım o zaman. Yakın zamanda seçim yapılmayacakmış, yokmuş gibi görünse de eğer farkında iseniz ‘SEÇİM’ herkesin ağzında çok konuşuluyor. O nedenle tekrardan aynı yazımı sizlerle paylaşmada yarar gördüğüm için ‘lüzum hissettiğim için’ şimdi bn sizler için, birilerinin kulaklarına küpe olması için o çok garip ve de acayip seçim masalını anlatmaya başlıyorum;

“Efendim, masal bu ya. Ülkenin birinde, seçim yapılacakmış ve o seçime yalnızca üç parti katılacakmış. Dedik ya, masal bu işte; iktidar partisi, iktidarın bütün olanaklarını kullanıyor, büyük baskılar altında diğer partilerin faaliyetlerini kısıtlıyor, muhalefeti, medyayı susturuyor, kamuoyunu sindiriyormuş. Buna rağmen iktidar partisinin oyları yapılan anketlere bakıldığında giderek düşüyor ve bunu gören iktidar partisinin kudretli yöneticileri ve hatta üyeleriyle sempatizanları giderek hırçınlaşıyormuş. O ülkenin insanları arasında gerginlik had safhaya ulaşmış, kutuplaşma epeyce artmış. Durum öyle bir hal almış ki, artık iş karşılıklı küfürleşmeye ve kavgalara dahi dönüşmüş. Halk olan ve biteni hayret, ibret ve kaygıyla izliyormuş. İktidar partisinin kudretli yöneticileri bakmışlar ki seçim kaybedilecek boyuta ulaşmış. Parti kurmayları hemen toplanmış seçim kazanmak için yeni yeni yollar ve yöntemler araştırmaya başlamış. Önce seçim barajını biraz daha yükseltelim, diye düşünmüşler, ancak seçim barajı zaten çok yüksekmiş, galiba yüzde 25’ler seviyesindeymiş. Sonra o akil dane kurmaylar, yerel seçimlerde diğer partilere oyların çok fazla çıktığı seçim bölgelerindeki oy pusulalarını bir şekilde kaybedelim, diye düşünmüşler. Sonra daha önce yapıldığı için her partinin bu türde hınzırlığa karşı tedbir alabileceği gerekçesiyle bu düşünceden vazgeçmişler. Parayla ve hediyelerle seçmen oylarının alınması düşünülmüşse de halk artık akıllandı, parayı ve hediyeyi alıyor ancak oyunu yine de vermiyor, diyerek bu parlak(!) fikirden de vazgeçilmiş. Birileri oyların tutanaklara hatalı yazılmasını öne sürmüş, ama diğer parti elemanlarının bu hınzırlığı da sıkı biçimde kontrol ederek hemen fark edebileceği gerekçesiyle bu fikir de uygun görülmemiş. Bilgisayara tutanakların yanlış geçirilmesi gibi çeşitli türde seçim hileleri düşünülmüşse de hepsinden bir gerekçe bulunarak vazgeçilmiş. Fakat iktidar partisi bu seçimi mutlaka kazanmak ve iktidarını devam ettirmek istiyormuş. Sonunda geçerli sayılabilecek bir yol ve yöntem bulmuşlar. Seçim sonuçlarının açıklanması durumunda her türlü itirazı yasaklayan bir kanun çıkartmışlar. Seçimlerin yapılmasına bir gün kala televizyonlarda ve gazetelerde flaş haber yataklarında yeni uyanan ülke halkını hayrete düşürmüş; Hükümet seçime bir gün kala seçimin kesin sonuçlarını açıklamış! Buna göre; İktidar partisi kullanılan 20 milyon oyun 18 milyonunu alarak seçimi açık farkla kazanmış. Diğer iki partinin oy toplamı on milyon olarak açıklanmış. A partisi altı milyon, B partisi 4 milyon oy almış. Yeni çıkarılan kanun gereğince seçim sonuçlarına hiçbir şekilde itiraz yapılamamış. Halk henüz oy kullanmaya gitmediğini belirtirken, hükümet yetkilileri, seçim kurulunda toplanmış oy çuvallarını göstererek 'sen gitmediysen, ben gitmediysem bu oyları kim verdi' şeklinde açıklamalarla seçim sonuçlarının gayet adil(!) ve güvenilir(!)  olduğunu açıkça vurgulamış(!) Muhalefet partileri, bir şekilde seçim sonuçlarına itiraz edeceğini açıklamışsa da bunun yolunu ve zemini bir türlü bulamamış(!) Masal bu ya, o masal ülkesinde devran yine aynı biçimde dönmeye devam etmiş, herkes dert üstü, murat üstü yaşamayı sürdürmüş, dinledikleri daha nice masallarla mışıl mışıl uyumaya devam etmişler!.”

Bu masalı tamamlayıcısı olduğunu düşündüğüm “Kuş, İnek ve Kedi” fıkrasını anlatmadan bu manidar yazımı sonlandırmak istemiyorum; “Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. Hava o kadar soğukmuş ki minik kuş dayanamayıp karın üstüne düşüvermiş. Çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklemeye başlamış. Bir süre sonra oradan geçen bir inek, geçerken kuşun üzerine pislemiş. Kuş öyle sinirlenmiş ki; kanatları donmuş olmasa, kalkıp ineğe saldıracakmış! Ancak kuş birden fark etmiş ki, üzerini örten pisliğin sıcaklığı ile kanatlarındaki buzun çözülmesine vesile olmuş. Ve yaşama geri dönmüş. Kuş yaşama dönmenin sevinciyle neşe içinde şakımaya başlamış. Yalnız öyle sesli ötüyormuş ki, sesi uzaklardan geçen, günlerce aç kalmış bir kedinin kulağına kadar gitmiş. Kedi pisliği eşeleyerek kuşu çıkarmış. Kuş pislikten kurtulduğuna çok sevinmiş. Tam kediye teşekkür edecekmiş ki, kedi onu yiyivermiş!..”

Bu fıkradan daha doğrusu kısa öyküden çıkarılabilecek derslere gelecek olursak; “Üstünüze her pislik atanı asla düşman sanmayın! Sizi pislikten çıkaranı hemen dostunuz da zannetmeyin. En önemlisi ise pisliğin içinde olmanıza rağmen eğer mutluysanız kesinlikle sesinizi hiç ama hiç çıkarmayın!..”

Türkiye’nin mutlu yarınları, aydınlık geleceği hepimizin olsun derken her şeyin çok daha güzel olacağına inancımı da bilhassa belirtmek istiyorum…