Benzer başlık ya da içerikte özellikle son beş, altı yıldır, bu sütunlarda ancak farklı gazetelerde yayımlanan yazılarımı dikkatlice takip edenler hemen anımsayacaklardır. Bilenler bilir, ‘zaruret hasıl olduğunda’ ve zamanlaması ve ortam ile koşulları müsait olduğunda kendimi tekrarlamayı pek sevemesem de geçmişte yazdıklarımdan alıntılar yaparak aynı konuyu gündeme getirmeyi doğru ve isabetli kabul ederim. O nedenle en son önceki yıl yaz aylarında yayımlanan aynı başlık ve benzer içerikli bu yazımı, elbette güncelleyerek sizlere tekrardan sunmayı uygun buldum. O halde buyurun hep birlikte dikkatlice okuyalım;

Cemaat olgusunun siyasetle bağlantısı, ya da daha doğru bir ifadeyle bağlantısı her devirde olmuştur, bundan sonra da korkarım olacaktır. Din sosyolojisinin ana konusu olan ‘Cemaat’ olgusu, doğası gereği ‘Din’ ile bağlantılı olduğu kadar, ‘Siyaset’ ile de bağlantılı bir konu olduğunu apaçık göstermektedir. ‘Cemaat olgusunun siyasetle bağlantısını’ din sosyolojisi açısından irdelemek amacıyla İnternet üzerinden yaptığım araştırmayla çeşitli kaynaklardan yararlanarak kaleme aldığım kapsamlı analiz, öyle zannediyorum ki; 2013 yılının 17/24 Aralık süreciyle başlayan ve ardından 2016 yılında gerçekleşen 15 Temmuz o hain darbe kalkışmasıyla tırmanarak doruğa ulaşan ‘İktidar ile Cemaat’ arasında süregelen savaşın aslında neden  nereden ve nasıl çıktığına ilişkin tatmin edici yanıtları ve merak edilen sebepleri önemli bir boyutuyla ortaya koyacaktır. O nedenle bugünkü yazımı bir kez daha dikkatlice okuyacağınızı düşünüyorum. Umarım yararlı olur ve cemaatlerin günümüzde siyasete etkisi üzerine önemli bilgiler edinir, fikir sahibi olursunuz; Dinin en önemli fonksiyonlarından biri, ortaya koyduğu inanç ilkeleri, değerler, yargılar, bireysel veya toplu icra edilen ibadetler, ritüeller ve törenler aracılığı ile toplumsal kaynaşma ve bütünleşmeyi teşvik etmesidir. Aynı inanç ilkeleri üzerine, değerler ve ortak kültür üzerine inşa edilen bir toplum için dinin en önemli birleştirici bir güç olduğunda şüphe yoktur.

DİN; 'Bir toplumda değişik nedenlerle ortaya çıkan tefrikaların ortadan kaldırılarak istikrar ve birliğin sağlanmasında, paylaşım ve dayanışma ruhunun gelişiminde önemli bir fonksiyon icra eder. Geniş ve yaygın anlamda toplumsal örgütlenme biçimlerinin ve örgüt içerisinde ortaya çıkan davranışların önemli derecede dinin etkisine maruz kalarak şekillenmesi, kabileden ulusa, aileden sivil örgütlere, gruplara, dini veya siyasi yapılanmalara ve devlete kadar bütün sosyal yapı ve kurumları dinin etki alanına dahil eder. Bu durum dini referans alarak ortaya çıkıp şekillenen grupların, örgütlerin, cemaat ve tarikat yapılanmalarının bir şekilde siyasetle ilişkiye geçerek ona müdahil olmalarını da beraberinde getirir.' Ancak şu da var ki, bir toplumda ‘din-siyaset ilişkisi’ bağlamında ortaya çıkan cemaat, tarikat, mezhep, parti ve benzeri yapılanmaların her zaman ve her durumda özgürleştirici, birleştirici, uzlaştırıcı ve bütünleştirici bir zeminde teşekkül ettiğini söylemek asla mümkün değildir. Dinin birleştirici ve bütünleştirici bir etki göstermesinde, o dinin ‘ilahi vahye’ dayalı asli kaynaklarına uygun olarak doğru anlaşılması, bireyler, sosyal gruplar ve kurumlar arasındaki ilişkilerin organizasyonunda iman, ahlak, muamelat ve hukuk planında hangi ilke ve değerleri öne çıkardığının doğru tespit edilip esas alınması da son derece önem kazanmaktadır. O nedenledir ki, 'yüce dinimiz İslam insana yönelişinde bir taraftan insanın ferdi kişiliğini ve iradesini muhatap alıp, hak ve hukukunun gözetilmesini öne çıkarırken, diğer taraftan birlik beraberliğe, kardeşliğe, cemaat olmaya ve dayanışmaya fevkalade önem verir. İslam, Müslümanları adalet, itidal ve denge üzerine yaşayan hayırlı bir ümmet olarak vasıflandırarak onları bir cemaat şuuru içerisinde birlikteliğe ve bütünleşmeye teşvik etmiş, safların sıklaştırılmasını istemiştir…'

Bu noktada önemli olan şey, söz konusu bu oluşumların ‘tevhit, adalet, hakkaniyet, dürüstlük, kardeşlik’ gibi İslam’ın öne çıkardığı temel prensiplerle çelişkiye düşmemeleri; ümmetin ortak ruhuna, birliğine ve maslahatına zarar verecek durumların içerisine girmemeleridir. İslam dünyası açısından ‘din-siyaset’ ilişkisinde dinin birleştirici veya ayrıştırıcı bir işlevsellik görmesi, Müslümanlar eliyle yürütülen siyasetin ne derecede ilahi vahyin öne çıkardığı, insanlığın pozitif yönde geliştirdiği tecrübelerle de bütünleşen ilkelerle uyum içerisinde olup olmamasıyla; evrensel ahlakın, hukukun, ilim ve irfanın kontrolünde olup olmaması ile ilgilidir. Piramit modelinin ortaya çıkardığı hiyerarşik yapıda tepede karizmatik ve otoriter bir lider, onun altında ise bu ‘lidere itaat kültürü’ ile bağlanan bir kitle bulunur. Bu şekildeki sosyal ve siyasal yapılanmada kişiye bağlılık merkezi konumda bulunmaktadır. Bu yapıda her şey, karizmatik liderin bilgi ve becerisine bağlı bulunmaktadır. Etkinliğini yüzyıllarca devam ettiren bu yapının ekonomideki tezahürü feodalizm ve ağalık sistemi, dini anlayıştaki tezahürü tarikat ve cemaat yapılanmaların, siyasal yaşamdaki yansıması ise krallık ve sultanlık sistemleriyle olmuştur. İslam’ın yönetim konusunu belirli bir şahsın, ailenin, kabilenin, grubun, cemaatin veya tarikatın uhdesine değil, top yekûn milletin (Müslüman toplumun) uhdesine vermesine rağmen, İslam dünyasındaki yönetim tarzları, siyasal sistemler ve örgütlenmeler Emevi döneminden beri büyük ölçüde tarım toplumlarına özgü bu geleneksel zemin üzerinde teşekkül ederek kurumsallaşmıştır…