Yine merhaba.
Sıcak bir Balıkesir günü. Dışarıda termometreler 30 dereceyi gösterirken ben klimalı evde bilgisayar başında sizlere bu köşeyi hazırlıyorum.
Bugün yine sizin için ilginç bir atasözü seçtim.
Halk arasında sıkça duyduğumuz, belki bir tartışmanın ortasında ani bir suskunluk yaratan şu laf var ya: “Çarşı iti ev beklemez.”
Öylesine söylenmiş gibi durur ama aslında büyük bir hayat tecrübesinin kısa bir özetidir bu söz.
Nedir bu atasözünün özü?
Sadakatle, aidiyetle, sorumlulukla ilgilidir. Yani bir yere, bir kişiye, bir davaya bağlılık göstereceksen; oranın tozunu yutmuş, ekmeğini yemiş, derdini hissetmiş olacaksın. Çarşıda gezen, gözü dışarıda olan, her sese havlayan bir it; evi koruyamaz. Çünkü orası onun evi değildir. İç güdüsüyle hareket eder, dışarıdan gelen her kokunun peşine düşer. Kapıdan baktırmaz, içeridekini sahiplenmez.
Aynı şey insanlar için de geçerli.
Bir işe yüreğini koymamışsan, sadece görüntüde oradaysan... Görevin ne olursa olsun, o yeri gerçekten "beklemen" mümkün değil. Ne işte verim alırsın, ne dostlukta güven verirsin, ne memlekete hayırın dokunur.
Çünkü senin gözün hep çarşıda. Yeni tekliflerde, daha çok kazançta, “başka bir ihtimalde…”
Bugün kurumlar neden çöküyor, ekipler neden dağınık, insanlar neden yalnız?
Çünkü ev beklemesi gerekenler, hâlâ çarşıda geziniyor.
İster siyaset olsun, ister kamu hizmeti, ister özel sektör… Sadakatin yerini fırsatçılık, bağlılığın yerini geçici menfaatler aldı.
Bir de çarşı iti olup kendini evin sahibi sananlar var ki… İşte asıl felaket orada başlıyor.
Ne evi koruyorlar, ne dışarıyı tanıyorlar. Arada kalmış bir sahiplenme illüzyonuyla, evi içeriden kemiriyorlar.
Oysa herkes haddini bilse, nereden geldiğini unutmadan yerini bilse, hiçbir çatı başımıza yıkılmaz.
Son söz mü?
Evini seven, evinde kalır. Evini korumayan, çarşıya karışmasın.
Çünkü çarşı iti, ev bekleyemez.
Yorum yapın