BÜYÜK DEPREM FELAKETİNİN YANKILARI!

O sabah yani 6 Şubat sabahı güne büyük bir acı haberle başladık. Televizyon ekranlarında yer alan haberlere göre Adana’dan Hatay’a, Osmaniye’den Kahramanmaraş’a, Malatya’dan Diyarbakır’a 10 ilde onlara bağlı ilçe ve köylerde deprem felaketinin getirdiği yıkım çok büyüktü. Deprem bölgesinden gelen görüntülere, alınan haberlere göre tamamıyla çöken binalar çöken binalar bu çöken yapıların enkazı altında kalan on binlerce insanımız vardı. O sabah saatlerinde gelen ilk haberlerden anlaşıldığına göre depremin şiddetinin ve etki sahasının çok büyük olduğu anlaşılıyordu. Ancak acı gerçekler gelen haberler arttıkça yani netleştikçe kaygılarımız ve üzüntülerimiz daha da arttı. 1939 Erzincan depreminden sonra Cumhuriyet tarihinin ikinci büyük depremini yaşıyorduk. Yine ilk bilgiler ışığında ortaya çıkan bir başka önemli ama acı gerçek oydu ki, 500 yıldır uyuyan dev bir fay hattı uyanmış, harekete geçmiş ve bu büyük depreme yol açmıştı. Dünyadaki kara parçalarının oluşumu açısından en genç topraklar arasında kabul edilen güzel yurdumuzun Anadolu’muzun bir başka yüzüyle karşı karşıya kalmıştık. Böylesi büyük depremlerdeki en büyük çaresizliğimiz bence şudur: Ne yaptığımızı ve ne yapmamız gerektiğini çok iyi bilmek. Şöyle ki, Deprem felaketinde, uygun olmayan zeminde yapılan binalar yıkılmıştı. Bu acı gerçeği bilmiyor muyuz? Elbette biliyoruz. Yüzlerce yıl önce bu topraklarda yerleşik hayata geçen insanlar evlerini ovaya değil, kayalık ya da dağlık alanlara yapmışlar. Ya bugün ne yapmışlardı? Dikkat ederseniz depremin gerçekleştiği bölgede yıkılan binaların hemen hepsi ovalarda, aslında tarım arazisi niteliğindeki sulak alanlara inşa edilmişti. Gün elbette siyaset yapacak gün değildir. Ancak az önce vurguladığımız gibi ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyor olmak ve bunun yapılmadığını bilmek cehaletten de öte çok daha vahim bir şeydir. 1999’da yaşanan Marmara depremi ders olmadı mı? olmadıysa gelin bu büyük felaket ders olsun bari!.

Bu noktada aslında iki temel ama aslında çok basit kural vardır. Onlar da şudur; ‘Birincisi binaları sağlam yapmak. İkincisi ise ovaları, tarım arazilerini kesinlikle imara açmamak. Bu noktada sormamız gerekiyor; Depremlerin getirdiği büyük yıkımların acısına dayanmak mı daha zordur, yoksa kurallara uymak mıdır, zor olan?’ Diye..

Sadece 20 yılı aşkın bir süredir devam eden Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar döneminde defalarca vergi affı, defalarca imar affı getiren yasalar çıkarıldı, düzenlemeler getirildi. Bunlar yani bu af kanunları kime fayda sağladı tartışılır. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Bu af yasaları hem ekonomimizi hem de kentleşme mahvetmiştir. En son yeni çıkarılan imar affının adını belki daha çekici olsun diye, ‘İMAR BARIŞI YASASI’ koydular. En son baktım bu imar barışı yasasından yararlanmak üzere başvuranların sayısı 10 milyonu aşmış durumda..

Deprem kuşakları üzerinde, altı büyük fay hatlarının dallarıyla örülü bir ülke düşünün! Ve bu ülkede kaçak ve kontrolsüz yapıların devlete gelir kapısı haline getirildiğini düşünün! İktidarlar kaçak yapılara, sözün ona af getirerek aslında arada bir de olsa ceza keserek bütçe açıklarını kapatacak ‘kaynak’ gözüyle bakıyor. O yüzden toplu ödeme olanağı getirerek faizi silip affediveriyor. Bu noktada bu ülkenin iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasilerine çağrımız şu olmalıdır;  Gelin, bu deprem felaketi nedeniyle iyi niyetli, kararlı biçimde yapacağınız ve yaptığınız mesaj ortaklığını eylem ortaklığına çevirin. Ülke siyasetini bütünüyle akla ve mantığa yani bilime derhal teslim edin. Aksi halde bu acıları daha çok yaşayacağız gibi görünmektedir. Bu yaşadığımız büyük deprem felaketi Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerimizde bulunan 10 ili kapsıyor. İleriki günlerde öyle sanıyorum ki bu depremin adı ‘BÜYÜK ANADOLU DEPREMİ’ şeklinde konulacak ve bu isimle anılacaktır. Kanaatim odur ki; Bu büyük acıyı ancak ulusça büyük bir dayanışmayla ve bütünüyle aklı, mantığı ve de bilimi rehber edinerek aşabiliriz…