BU İKTİDARIN SONRAKİ SEÇENEĞİ
İbretlik hisse kapılacak öykü ve masallarda örnekleri ve emsalleri çoktur, sizlerde hemen anımsayacaksınız. Türlü dümenler çevirdikten sonra foyası ortaya çıkan cadıya masalın sonunda, “Kırk katır mı kırk satır mı istersin” diye sorulur. Gözünü mal hırsı bürümüş cadı, “Kırk satırı ne yapayım. Bana kırk katır verin, birine biner, diğerlerine yükümü yükler memleketime giderim” yanıtıyla gerçekte kendi cezasını keser. Kırk satırdan kurtulduğunu sanan cadı, kırk katırın kuyruğuna bağlanınca işi anlasa da kırk parçaya bölünmekten kurtulamaz. Gerçek yaşamda ise çoğu kez bunun tam tersine tanık oluruz. Masallarda kötülere uygulanan bu türden cezalarla cadılıkla hiçbir ilgisi olmayan masumların muhatap olması, toplumsal yaşamın acı gerçekliğidir. Her masalın sonunda kötülerin cezalandırılması, iyilerin ödüllendirilmesi, aslında halkın gerçek yaşamda isteyip de bir türlü göremediği adalet özlemiyle ilgilidir. Masalımsı öykülerle başlayan bu kısa girişten sonra günümüz gerçekliğine dönmenin zamanıdır. Emperyalizme karşı verilen Milli Kurtuluş Savaşı sonrası yeni devlet kaçınılmazdı. 29 Ekim 1923, yeni devletin, yeni rejimin siyasal mimarisinin simgesel tarihidir. Milli ekonomi, milli sermaye, milli bürokrasiye dayalı, çağdaş, laik, halkçı bir devlet mimarisi, bu coğrafyada var olabilmenin ön koşulu olarak düşünülmüştür. Batı, saltanat ve hilafeti kaldırıp, çağdaş uygarlığa yönelen, mazlum milletler ve İslam dünyasının modeli bu mimariyi hiçbir zaman içine sindiremedi. Bu modelin başarısı, mazlumlar coğrafyasının emperyalizmin sömürü ve denetiminden çıkması demekti. Uygarlık dışı(!) mazlumlar coğrafyasını sömürgeleştirip, halklarını köleleştirmeyi doğal hakkı olarak gören emperyalizm için, Türkiye Cumhuriyeti çok tehlikeli bir modeldi. Emperyalizm için kabul edilebilir model, ekonomik ve siyasal anlamda denetiminde tutacağı, vereceği bölgesel role itiraz etmeyecek bir Türkiye’dir. Emperyalizmin arzusu, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan yenidünya düzeninde büyük ölçüde gerçekleşecek, Atatürk modelinden Batı’nın etki alanında bir Türkiye’ye geçiş yaşanacaktır. Ancak askeri ve sivil bürokrasisinde, yargısında, diğer kurumlarında, halkın kültürel kodlarında ve derin bilinçaltında Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine bağlılık tümüyle terk edilmiş de değildir. 3 Kasım 2002, Türkiye’nin yeni miladı, yeni siyasal mimarisinin başlangıcıdır. 29 Ekim 1923’ün temsil ettiği, ekonomik, siyasal, hukuki, kültürel değerlerin karşıtı bir geleneğin temsilcileri artık iktidardadır. Türkiye, gücü ele geçirenlerin tüm kurumlarda tam hâkimiyeti sağlayıncaya kadar, belli bir dönem birbirine zıt iki anlayışın iç içe geçtiği ikili iktidar, ikili otorite süreci yaşayacaktır. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine dayalı kurumların tasfiyesi zamana yayılarak, dönem dinamikleri ve dengeler göz önüne alınarak gerçekleştirilecektir. Mülki, eğitim, ekonomi, maliye ve güvenlik bürokrasisinin dönüştürülmesine öncelik verilirken, yüksek yargı, silahlı kuvvetler, dışişleri bürokrasisi daha sonraya bırakılacaktır. AB ve ABD ile siyasi iktidarın kesişme noktası, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine bağlı sivil ve askeri yapıların, tasfiye sürecinde caydırıcı birer dinamik olmaktan çıkarılarak iktidarın etki alanında konumlandırılmasıdır. ABD ve AB, bu süreçte siyasi iktidarı, statükocu, gelişmeye engel kurumları tasfiye eden reformistler olarak alkışlamakta ve hararetle desteklemektedir. Siyasi iktidarla dış dinamiklerin ittifakı, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine bağlı kurumların tasfiyesiyle Sözüm ona Yeni Türkiye adını verdikleri ülkenin yeniden dizaynı bir başka deyişle inşasının tamamlanmasına kadar sorunsuz biçimde sürecektir. FETÖ’cü unsurların başlattığı şimdi başka ellerle sürdürülen Silivri yargılamaları üzerinden gerçekleştirilen TSK’nin tasfiyesine Batı tribününden verilen hararetli desteğin nedeni yukarıda anlatılanlardır. Bu süreçte araçsal hale getirilen yargı ve silaha dönüştüren hukuk, çok etkili biçimde kullanılacaktır. Yeni dönemler yeni gündemler, yeni öncelikler getirir. Bu nedenle güncel çıkarlar açısından dünkü ittifakların hiçbir önemi yoktur. Günümüzün gerçekliği, batı ile içerdekiler arasındaki dönemsel ittifakın bozulmakta oluşudur. ABD ve AB, dün reformist olarak alkışladıklarını bugün siyasal İslamcı diktatörler olarak suçlamakta, içeridekiler de dünkü müttefiklerinin haçlı emperyalistler olduklarını fark etmektedirler. Kanımca dış güçlerin isteği, statükocu, çağdışı yeşilin turuncu seçenekle yer değiştirmesidir. Emperyal odakların, meslek örgütlerinde, sendikalarda, siyasal partilerde devreye sokmaya çalıştığı turuncu seçeneğin dikkatle izlenmesi ve şiddetle reddedilmesi gerekiyor. Yeşilden kurtulmak için, kırk katır mı kırk satır mı şaşkınlığıyla turuncuya sarılmanın faturasının çok ağır olacağı bilinmelidir. Asla unutmayalım, unutturmayalım ki; ders almayanlar için tarih her zaman tekrar eder. Yeşil diktanın karşıtı, emperyalizmin yedek kulübesinde beklettiği turuncu seçenek kesinlikle değildir, olmamalıdır!..
Yorum yapın